Toplumun aydını olmanın bir bedeli var, olmalı da!

Toplulukların manevi olgularını besleyen âlim olmanın bir bedeli var, olmalı da!

Her iki sınıfın, halk içinde itibar görmesi, daha nüfuzlu bir hayat sürmesi karşılığında, topluma “Bilinç ve şuur kazandırma” borcu bulunmaktadır.

Kibirden, riyadan, hasetten, gösterişten, ihtiras ve nefretten arı bir “Hal” ve “Kal” icra etmek ve hatta mevcudun üzerine geliştirmek aydın ve âlim olmanın mecburiyetidir.

Manevi dinamikler bakımından At izinin it izine karıştığı bir dönemi şaşkınlık ve tedirginlikle yaşamaktayız. Herkesin herkese şüpheyle yaklaştığı, doğru çizgilerin eğri cetvelle ölçüldüğü bir zaman bu!

Söylediklerimizden, yazdıklarımız ve yaptıklarımızdan sorumlu olduğumuz gibi, yazmadıklarımızdan ve yapmadıklarımızdan iki kere vebal atındayız. Tabii aydın hissediyorsak!

Hususen İslam inancı üzerinde oynanmaya çalışılan oyunlar ve insanların imanına yapılan operasyonları fark edebilmek için “Allame-i cihan” olmaya gerek yok! Medya üzerinden tuttukları köşe başlarından ve halk üzerinde sağladıkları nüfuzu kullanarak İslam dininin iki temel taşından birisi olan Peygamber efendimizin Hadislerini itibarsızlaştırma konusunda yoğun bir çaba olduğunun elbette farkındayız. Bu tür faaliyetler yeni değil. Tarihin her safhasında benzer teşebbüsler yaşandı, ancak her seferinde bunu yapanlar büyük bir hezimete uğradılar.

Bunun en yakın örneği şüphesiz ki Fethullah Gülen (FETÖ) ve DAEŞ yapılanmasıdır. İslam coğrafyası üzerinde Din faktörünün halk üzerindeki etkisi, Batı medeniyeti toplumundakinden çok daha farklı ve reaksiyoneldir. Bunun üzerinden amacına yürümek isteyen İslam düşmanlarının tarihten bu yana görmek istedikleri büyük fotoğraftaki resim karesinde Müslümanların olmadığı bir dünya özlemi hep vardı ve var olacaktır.

Ne ki, son yüzyılda metod değişikliğine giderek, Müslümansız bir dünya yerine “İslamsız bir Müslüman” portresine oynamaktadır Batı!

Zira bu Batılı şövalyeler için daha zahmetsiz ve kesin çözüm olacaktır. Yakın tarihimizde İslam coğrafyasını fiilen işgal ederek, vahdet ve birliğini dağıtmak kastıyla kendi emperyal çıkarları uğruna milyonlarca masumu katletmiş, akabinde hudutlarını cetvelle çizdikleri İslam coğrafyasını küçük ülkeciklere bölerek on yıllardır sömürmektedirler.

Ancak, günün sonunda uyuyan dev’in uyanma ihtimali en büyük kâbusları olmuştur hep. Bu seçeneği topyekûn ortadan kaldırmanın yegane yolu, kendi içlerinde bölünmüş ve türlü ihtilaflarla aralarına nifak tohumu ekilmiş Müslümanların dinleriyle olan bağını koparmak olduğunu fehmeden Batı, en yakın tarihte “FETÖ” ve “DAEŞ” gibi paravan terör yapılarını ihdas etmiştir.

FETÖ, dini yozlaştırıp içini boşaltırken, DAEŞ ise dini bambaşka mecralara evirip bir korku imparatorluğuna dönüştürecekti!

Her iki terör örgütünün de tek bir amacı vardı! İslamsız Müslümanlar!

Birisi dinin hakikatlerini “Rüyasında gördüklerini, neredeyse vahiy olarak yansıtan” bir şarlatanlık ve olmadık takiyyelerle değiştirecek, diğeri ise, İslam’ın kadim uygulamalarını ve geleneklerini zulüm ve işkenceci bir dine pozlayarak Müslümanların dahi İslam’a şüphe ve korkuyla bakmasını sağlayacaklardı.

Aslında bu konuda hayli başarı da sağladılar! DAEŞ terörü üç ay gibi kısa bir sürede önce Irak ve sonrasında Suriye’nin yarısından daha fazlasını ele geçirerek alçakça komplosunu birkaç yıl kesintisiz sürdürdü.

FETÖ ise, devletin tüm icra organlarına nüfuz ederek ele geçirme planında hayli başarılı oldu. Öyle ki, 15 Temmuz’da alçakça bir bir darbe teşebbüsüne kalkışacak kadar da pervasız ve cani bir canavara dönüştü.

Her iki örgütte gücünü, sırtını yasladıkları Emperyalist ülkelerin (ABD, İSRAİL VE AB) kendilerine sağladıkları imkânlardan alsalar da, kendilerine taban oluşturabilmelerinin en büyük sebebi, halkın din konusunda ki cehaleti ve kimi âlim ve aydınların sorumluluklarını yerine getirmemesi sebebiyledir.

Hoş, kendisini yıllarca âlim ve aydın olarak pazarlayan ve toplumun bir kısmını da buna ikna etmiş olan kimileri ise, ruhlarını şeytana satmakta hiçbir beis görmemiş ve bu yapılara bilinçli olarak hizmet etmişlerdir.

Yazımın ana temasından olmasını arzu ettiğim husus şu ki; Âlim ve hoca kisveli bir kısım “Eğitimli satılıklar” saptıran fikirler ve iddialarla İslam dinine saldırmaktalar! Bunu açıktan ve hasımane bir tutumla değil, sahip oldukları “Hoca ve âlim” tiplemesiyle kolaylıkla yapmaktadırlar.

Son yıllarda ortaya atılan sapıkça hezeyanlarla, Müslümanlarla, Peygamber A.S efendimizin arasını açma gayreti güden bu taife, sapkınlıklarını bir tık daha yukarı taşıyarak, Peygamber efendimizin Hadislerini en çok rivayet edenlerden olan “Ebu Hureyre R.A” Yİ KRİPTO YAHUDİ ilan edecek kadar alçalmış ve rotayı şaşırmıştır!

Fikir hürriyeti bahanesiyle, inananların kutsallarına alenen saldıran “Hoca kılıklı Kriptolar”ın bu hezeyan ve iftiralarına karşı hakikat ehli âlim ve hocalarımızın gerekli cevabı ilmi bir çerçeve içerisinde vermeleri gerekmektedir. Bu meseleyle ilgili her ne kadar yazıp çizsek de, bu işin ehli ve sorumluları gerçek din âlimleri ve Devletin Diyanet makamı olsa gerek!