Değişik bir nesille karşı karşıyayız.

Olabildiğince beyne yüklenmeden yaşayan.

Hayatı yemek, içmek, uyumak, tuvalete gitmek, oyun oynamak, video seyretmek, sosyal medyada paylaşımının aldığı beğeniden dolayı haz almak üzerine kuran bir jenerasyon.

Bu nesil yemeyi seviyor.

Uyumayı seviyor.

Espri yapmayı seviyor.

Beğenilmeyi seviyor.

Hız yapmayı seviyor.

Farklı olduğunu düşünüyor.

İş yapmayı sevmiyor.

Yük almayı sevmiyor.

Üzülmeyi sevmiyor bu nesil, kaygılanmayı sevmiyor.

Bu neslin dünyasında iki kere iki hep dört eder, hep dört etmeli.

Bu nesil hep mutlu olmak istiyor.

Bir anda çok x lirası olsun istiyor.

Çok iyi arabası olsun, çok hızlı interneti olsun, çok fiyakalı fotoğrafları olsun istiyor.

Ne yapacağız bu nesli, nasıl olacak bu işler?

Daha doğrusu sondan gelerek en çarpıcı soruyu sorayım.

Biz nasıl olacağız bu durumda, nasıl çıkacağız bu işlerin içerisinden?

Sorun onlarda değil aslında sorun bizlerde.

  1. yüzyılın tüm getirilerinin sonucu bu çocuklar.

Bu doğal bir sonuç.

Doğal olmayan şey ise bizim, çocukların bu haline karşın bir şey yapmamamız.

Bu neslin ellerimizden kayıp gitmesi; bizim ise bunun çözümüne dair ayakları yere basan bir çözümümüzün olmaması.

Ya yargılayarak ötekileştiriyoruz ya da kendi haline bırakarak yok oluşlarını hızlandırıyoruz.

Bakın 16 yaşında bir çocuk daha "Mavi Balina" yüzünden intihar etti.

Bir çoğumuz bunun ne demek olduğunu bile bilmiyor değil mi?

Diğer odada kendi başına internetin başında takılan çocuğunuz var ya…

Allah korusun, ama çocuklarımız her şeye potansiyel hale geldi.

Zamanının büyük bir çoğunluğunu internetin başında geçiriyorlar.

Başkalarından duyuyorlar, başkalarını görüyorlar, başkalarını örnek alıyorlar.

Sanal kardeşlikler, sanal delikanlılıklar, sanal ilişkiler, sanal arkadaşlıklar görüyorlar, ediniyorlar.

Biz de zaman ayırmadığımızda bedenen bize ait olan ama ruhen bize ait olmayan çocuklara sahip oluyoruz.

Sonuç olarak tanımadığımız evlatlara sahip oluyoruz.

Saç şekliyle, olaylara yaklaşımıyla, sorumluluk almamasıyla, rahatına düşkünlüğüyle…

Bu jenerasyonun söylediğini formülize etmek gerekirse "Bana balık tutmayı öğretme; balık ver" aslında.

Ancak bundan çok daha can alıcı ve dikkate değer bir boyut var.

Tüm bunların sorumlusu biziz.

Bu gençleri terk ettiğimiz gibi bu gençleri anlamıyoruz bile.

Hatta bunların dilini anlamaya bile çalışmıyoruz.

Ya vaaz modunda nasihat ediyoruz ya da ötekileştiriyoruz.

Bu konunun önemini ya hemen anlamak ve bu çocukların dilini öğrenmek zorundayız ya da birkaç yıl sonra değiştiremeyeceğimiz kadar çok sıkıntıyla karşı karşıya olduğumuzu lütfen unutmayalım.

Kast ettiklerimi daha iyi anlamak istiyorsanız Avrupa'da yaşayan Müslümanlarla bu konularda hasbihal edin.

Onlar bizden önce damdan düştüler; bu konuyu çok iyi biliyorlar.

Vesselam.