Bunca yaşadıkları aklına gelince bir anda  yeniden sessizliğe büründü. Yeniden içinde korku ve ümitsizlik hissi belirmeye başladı. Bu yaşadıkları kader miydi yoksa olması gereken böyle mi olmalıydı. Ama her şey o kadar kesin ve  akıl ermez bir akış içinde yürüyordu ki bütün ruhuyla teslim olmuştu. 

Herkesin ayrı ayrı kaderi yaşamı olabilirdi diyor. Ama birisinin güzel olan kaderi diğerinin şerri oluyordu. Ama bu düşünceler kalıcı değildi, farkındaydı, gelip geçici olduklarını da biliyordu. Biri bitmeden diğeri başlayan kısa takıntılı düşünceler yüreğindeki ateşi daha da körüklüyordu. Ruhu öylesine boş ve soğuktu ki hiçbir şeye olumlu bakamıyordu. Gönlü nelere kırılmıştı ki gözünü budaktan sakınır olmuştu. Yüreği kaygılarla, korkularla doluydu. Bir bilseler kalbi nasıl hızlı bir şekilde çarpıyor ve sıkışıyor…  İçini yüce dağlar kadar, karanlık denizler gibi sıkıntı kapladı. İçi, zihni ruhu kaçınılmaz akıbetlerin korkunç azabıyla kıvranıyordu. Bir türlü sükunet bulamıyor ve bütün vücudunu ateş basıyordu. Zordu beynini bir an olsun boş bırakmayan  düşüncelerle  yaşamak. Şimdilik bunlara dayanmaya çalışıyordu ama ilerisi meçhuldü. Bu düşünceler aklına düştükçe üzerine soğuk sular gibi dökülüyor, midesine kramplar giriyor, tarifsiz sıkıntılarla ürperiyordu. Kaybettiğine kavuşmak ne kadar imkansız görünüyorsa da o  yalnızlığa alışmakta da zorlanacağa benziyordu. “Bu yalnızlığa  karşı bundan sonra metin olmalıyım” diye de teselli veriyordu kendisine. Manalı ve uyumlu bir sessizlikten sonra birden, kendi kendine “ben kendi kaderimin hakimi olurum ancak” diyordu. “Ben yalnız vicdanımdan emir alır onun dediğini yaparım” dedi.

Kendini tam olarak Allah'a dayamak istiyordu. Allah'ın lütuf ve bağışlanmalarını her gün hayranlıkla hissettiğini söylüyordu. İnsan ancak ölümün eşiğine gelince hayatın değerini anlıyor. Ölümden korkuyorum dedi ama bu kaçınılmaz sondan dönüş olmadığını iyice içine sindirmişti de. Ölüm ve yaşam bir döngüdür. Hayatın anlamı ölüme sıkı sıkıya bağlanmaktır dedi. Var olanların varlıklarında değil temsil ettikleri anlamlarında yaşamalı insan ve kendisi olmayandan kendisi olana yönelmeli. İnsanın yeryüzünde kendisini yabancı hissetmesi yaşamı hayatının bir parçası olan ölümden ayrı  düşünmesi ile ilgilidir. Anlamsızlık insan için bir trajedidir dedi; sonra insanın robotlaştığı her türlü algıyı kendi çıkar ve menfaatine kullandığı zaman diliminde beşeri baskılardan kurtulup insanı yaşama vurgu yaparak arınmalı ve bugüne kadar çalınmış olan yaşamının yeniden anlamlı kılınabilmesidir dedi ve devam etti.

“Çalınmış olan anlamın yeniden iadesi fıtrat, aklın kavramsal olarak yerini bulmasıdır. Sürekli kendimizi bazı sorunlarla uyanık tutarak anlamlandırma ve arınma yaşayabiliriz, var olan yaşamın düzeninden ancak kendimizi kendimize sorarak tanıyabiliriz” dedi. İlimde yer ve yol kaygısını içeren bir anlam ve hatta hayatın anlamı arayışına dönüşür insanın anlam arayışı. Derin bir ohhh çekerek zihnini kalbini rahatlatacak, daha doğrusu kendisini kendisi yapacak şu sözleri tekrarladı ve rahatladı. ”Kaybeden insan kendini iflas ettirir. İnsanın anlam arayışı üç boyutlu olmakla birlikte özellikle ölüme ilişkindir, başka bir deyişle yaşam ölüm dikkate alınmaksızın anlamlandırılmaz. Çünkü Yaşam ve Ölüm hayatın iki farklı gücüdür”.