Anadolu'nun delileri meşhurdur. Eskiden her mahallenin ve hatta her köyün bir delisi olurdu. Köylü onları Allah'ın sevimli kulları olarak benimser bağrına basardı. Onlar için herşey serbestti. İstediklerini konuşur, istedikleri yerlere giderlerdi.
Hatta deliye deli deme, belki velidir sözü bile yaygın kullanırlır.


Delilerden bazen ciddi hikmetler sadır olurdu.
Toplumu bazen deliler uyarırdı.


Mesela tanıdığım bir delinin dilinden düşürmediği söz "ölüm var"dı.
Başka bir deli "sen istesen olurdu" diye her şeyi Allah'ın istemesine bağlardı.
Bunun dışında gerçekten tehlikeli deliler de yok değildi, hatta cinlenmiş olanlar da vardı. Onlar hocalara götürülür veya tedavi etirilirdi.


Bizim küçükken mahalleden oyun arkadaşımız bir deli vardı. Biz ilkokul çağındaydık o 25 li yaşlardaydı ama bizim oyunumuzun baş elemanıydı. İyi birisiydi. 12 eylül döneminde dur ihtarına uymadığı için asker tarafından vurulup öldürüldü. Deli olduğunu bilselerdi vurmazlardı ama yine de haberi duyduğumuzda üzülmüştük.


Çanakkale Bayramiç Pınarbaşı köyünün delisini köyün kahyası ile İstanbul'a Mazhar Osman'a göndermişler (baş hekiminin ismi Mazhar Osman idi. Bu nedenle halk Bakırköy akıl hastanesini bu isimle isimlendirmiştir)
Kahya ile deli başhekimin odasına girdiğinde birden deli "Hocam sana bir deli getirdim" demiş.
Kahya "hayır hocam ben bunu getirdim sana" dediyse de hoca şaşırmış hangisi tedaviye geldi diye.
Orada bir Karamürsel sepeti varmış demiş ki Hoca "kim bu sepeti önce gider çeşmeden doldurur getirse o akıllı" (Karamürsel sepetinin her tarafı açıktır, yani su tutmaz)


Kahya hemen sepeti kapıp çeşmenin yolunu tutmuş.


Deli de arkasından "hocam bak gördün mü? sepeti su doldurmaya gidiyor" deyince kahya'yı içeriye tutmuş deli salmışlar.
Deli dönmüş gelmiş köye "ne oldu?" demişler böyle böyle oldu diyerek olayı anlatmış. Köylüler Kahya'yı almak için gitmişler ama kahya akıl hastahanesinde bir kaç yıl kalmış ve döndüğünde de bir daha eski haline gelmemiş.
Bir de aşkın kendisini deli eden vardır. Mesela Kays b. Mulevveh, Leyla'nın aşkıyla mecnun olmuş çöle düşmüş, şiirler yazmış ve sonuçta bu aşk onu gerçekten de çıldırtıp ölümüne neden olmuş...


Bir de ilahi aşk ile mecnun olanlar vardır bunların başında tabi ki hallacı Mansur gelir ve onun sonu da ölüm olmuştur...
Delilerimizi hep sevmişizdirdir. Çünkü velilik ile delilik arasında ince bir çizgi görürdük.
İnsanları eğlendiren deliler vardır Malatyadaki Mercedes Deli gibi. İnsanları korkutan deliler vardır onlar da tehlikeli olan ve gerçekten aklı zeval bulanlar.


Bir de insanlara kaçtıkları hakikatleri hatırlatan deliler vardır ki onları sevmeyiz, ya görmemezlikten geliriz, ya da imha etmeye çalışırız.


Delilikle ilgili belki en eski kitap meşhur Humanist Filozof Erasmus'un "Deliliğe Övgü" kitabıdır. Erasmus amcamız delilik için şunu söylüyor: ‘’Herkes bu delilikle alay eder; bunları yapanlara her yerde deli derler, yine de onlar buna aldırmaz, kendilerinden memnun olarak bir safahat deryasında yüzerler; uzun yudumlarla tatlı nazları içerler; özetle, kendilerine sağladığım mutluluktan yararlanırlar.’’


Birgün İran Şah'ı Rıza Pehlevi dışarda mağrur bir şekilde geziyormuş. Onun bu mağrurluğunu gören bir deli haykırmış: "Ben şahtan daha akıllıyım" diye.. Şah, getirin bu deliyi demiş. Deliyi Şah'ın huzuruna getirmişler. Söyle bakayım nasıl olur da benden daha akıllısın. Deli cevap vermiş: "Ben kendi aklımla hareket ediyorum, ama sen İngiliz elçisinin aklıyla hareket ediyorsun." Şah bu cevabı duyunca maiyetindekilere dönüp: "deli doğru söylüyor" demiş
Bir de deli ile mecnun/meczup ayrımı var. Derler ki:


Deli: Aklın kendisini terk ettiğidir.


Mecnun/meczup ise: Aklı terk edendir.
ibrahim halil er