Dişleri dökülmüş, hafızası zayıflamış, düşüncelerine bitkinlik çökmüş, eklemleri kendisini taşımaz olmuş, alnı kırışıklıklarla dolmuş, kabuğuna çekilmiş sessizce anılarının kapılarını açacak cesareti bekliyordu.

Aslında insan çok şeyler yüklediği bu hayatta  garip ve basit olan şeylere ilgi duymaya başlıyor çünkü gençlik gidiyor ve artık ömür yokuş aşağı iniyor dedi. Hiçbir şeye yaslamadığı sırtını evin duvarlarına yaslamaya başladığını istemeye istemeye kabul edecektir. Bir de  kamburlaşmış sırtındaki ağırlığı da hesaba katarak derin derin düşünme girdabına girmenin mecburi vakti gelmişti. Koşarak çıktığı merdivenler soluk soluğa kaldığı  yerler olmuştu. Daha ötesi eziyet olmuştu.

Sonrası bir daha gelmemek üzere giden gençliklerine ah edip vah etmek. "Bu dünya güzel de şu ihtiyarlık olmasa iyi olurdu, gençlik gider kuş gibi ihtiyarlık gelir kış gibi "diyordu. Ne idim diye  başlar  yüreğinin heyecan ve maceraya ulaştığı günleri yadetmeye. Ne oldum diye bitirir artık ileriye, bilinmeyene çizgi çekmenin zamanının geldiğini. 

İnsan  yaşlandığında kendisini  tanırmış ve kendisini bilmeyi işte o zaman anlarmış. Ve yaşadığı her şeyi kendisini ve başkalarını kandırmadan içindeki dosta yazar gibi anlatırmış. Anılarının güzelliğini ve tecrübelerini esnetmeden tamamen doğruluk üzerine  elinin gittiği, dilinin döndüğü gibi yazmalı ve anlatmalıydı. İnsan ruhunun ne kadar katmanlı olduğunu, naifliğin, zalimliğin kaypaklığını öğrendiğini insan ruhunun sonsuz imparatorluklar peşinde, egemen bir güç olmaya çabaladığını, yeri gelince adil olmak için hiçbir şeye ihtiyacın  olmadığını ama  kuvvete dayanmayan adaletin ise aciz olacağına iman ettiğini anlatmayı da ihmal etmiyordu  kısık sesiyle.

Kendi ruhunu zorlayarak eşeliyor ama inşa etmek için pek de zamanının kalmadığını da içten içe kabulleniyordu. Şimdiye kadar merak ettiği tüm soğumuş bilimsel bilgilerden bıkmış ve kendi yüreğinin bilgisine aç insan haline gelmişti. Kendi içinde gecikmiş ya da özlemini kendisine benzeyen insanlarda görmeye çalışıyordu.Yüzüne baktığınızda kederli, neşesiz yani düşüncelerin baskın hapishanesi gibi ışıksız. Sonbahar akşamlarının aydınlığında parlayan ışığın hüzünlü bir manzaraya benzeyen yansıması gibi öylece bakıyor, bakıyordu pencerenin önündeki ayva ağacına doğru.

 Sıkıntılar kendisini saydam bir kristal haline getirmiş, iyilik güneş gibi ısıtmış, pamuk gibi yumuşatmıştı. Ruhundaki huzur gözlerinde ışıl ışıl parlardı.Çünkü yıllar önce kaybettiği eşi her Perşembe akşamı gelir, evin içinde kendisini ziyaret ederdi. Ama biliyordu ki hüznün gölgesi ve yalnızlık duygusu üzerine düştüğünde ise birdenbire üzüntüden yüzü kararırdı. Kendisini iyice içeriye çeker ve anlaşılmaz bir varlığa dönüşürdü. Bu bakışların ardında bir dehanın, bir şairin şahsiyeti görüldüğü gibi bazen herşeyini kaybetmiş bir zavallıda görebiliyordu. Bu gerçekçi gözler karşısında her şey çırılçıplak kalmıştı. Yalanların maskesi düşmüş tanıkların desteğiyle bu yaşa kadar gözlerinde binlerce,  onbinlerce yüz barındırmış. Kimisini derin derin nefes alarak hatırlarken yüzü buruşur kimisini yüzüne bir tebessüm çökerek hatırlamaya çalışıyordu. 

En büyük sıkıntısı hiçbir şey yapamamak sadece bakmak, dalıp dalıp gitmek, uyku mu uyanıklık mı anlayamamak. Yeter ki kendisini dinleyecek birileri olsun. Dopdolu disiplin altında tutulan duyguları, öyle dolup taşar ki en küçük bir dokunuş, tek bir damla dahi onları taşırmaya yeterdi. Ama ölümü içine çekmiştir artık, düşmanı olan ölümle dost olmuştur. Öleceği ayı ve gününü bile söylemeye başlamıştı.Tekrar ölüm aklına geldiğinde kendisini dizginler. Uzun bir durgunluk ve boşluk sürecinden sonra içini harekete geçirecek sonsuzluğa uğuldayan bu albenili dünyada her şeyi elde edebilmiş gibi derin nefes alarak verirdi. Hayatında en ince çizgiyi, her tehlikeli işareti tanımış, eriyip giden ruhun her ürpertisi ve kokusunu hissetmiştir.

Bunca zamandır güzel nedir, çirkin nedir, temizlik -pislik nedir, hayvanca ve insanca olan nedir... bunların hepsi kendisine bir ruh vermiştir. Gerçek iyice çıplaklaşmıştır. Hiçbir madencinin ulaşamadığı bir ruh tabakasını keşfetmiştir. Dünyanın sınırları dışında daha derin bir dünyaya kesin ve keskin inancıyla iman etmiştir. Onun için ruh en temel unsurdur ve ruh tüm gücüyle yazgısına biçim verir.  Çünkü onun gerçeklik ölçütü yıllar içinde kendi varlığını tanımasıyla büyümüş, gerçek olan her şeyin bütün çeşitliliğini, derinliğini,  değişken biçimini böyle tanımıştır. Yaşlılığın son kertesi artık kendisini hiçbir şey mutlu etmediğini, yaşamdan bir beklentisinin kalmadığını, ölmenin artık onun için kurtuluş olduğunu düşünüyordu.