Türkiye’de, seçime 11 gün kala yaşananların içinde olmasak, her gün televizyonlardan ve sosyal medyadan süreci görüp duymasak, varlığına inanamayacağımız, bir akıl tutulması yaşanıyor.

Bir tarafta 100 yıllık cumhuriyet tarihinin son 20 yılı hariç her yönüyle inkar edilmiş inancı dili örfi yok kabul edilmiş ve asimile edilmek için elindeki tüm askeri ve ekonomik argümanları seferber etmiş bir anlayışla, bölgenin mağduriyetinden en çok şikayet edenlerin kol kola, göz göze, diz dize ahbaplığı meydanlarda heyecanlı kalabalıkların fotoğrafını hazırlarken görüyoruz…

Dün güya “hendek siyaseti”yle pişmiş aşa su katarak sürecin bir bıçak gibi kesilmesine sebep olanlar bugünde bölge halkının iradesini kirli pazarlıklara peşkeş çekiyor.

Bölge halkı, Güney sınırının hemen altında aldığı binlerce tır yardımla on binlerce gencin canı ve kanı üzerinden yarınlarını sağlama almaya çalışanların, sınırın hemen kuzeyinde ise onlara sırtını dayayarak daldığı hayallere özerklik sosuyla tat katanların, kurbanı olmak yolunda hızlı adımlarla ilerliyor.

Diğer tarafta ise düne kadar alnındaki teriyle açıklama yapmak zorunda bırakılan ve ömrü vesayet rejimi ile mücadelede geçen rahmetli Erbakan’ın parti binasının önünde “mücahit Kılıçdaroğlu” sloganları ve bu sloganlara tempo tutan, sadece akademisyenken verilen makamlarla kendini siyasi bir deha zanneden lider müsveddelerinin, ya da neredeyse tamamında Kemal dervişin ekonomi politikalarını uygularken yapılan küçük müdahalelerle elde edilen başarıyı kendi adına yazan, marifeti kendinden bilenlerin yani bu ülkenin kurucu iradesiyken tek partili dönemin gazabına uğramış muhafazakarlarının 80 yıldır inançlarını yok etmeye çalışanlarla birlikte yürüyüşü bir akıl tutulması değil de nedir…

Müzmin muhalefetin Gedikli lideri ise hedefe giden her yolu meşru görerek “iktidar olalım da nasıl olursa olsun” düsturuyla bir tarafta iplerini ülkeyi bölmeyi temel hedef görenlerle diğer tarafta ise devletin kılcallarına sızabilecek kadar batı menşeili bir örgütün ellerine vermiş durumda…

Bunu gizleme ihtiyacı dahi duymadan, tutuklu olanların serbest bırakılmasından tutun da, bölgede artık varlığından bahsettiren büyük Türkiye’den rahatsız olanların sağlayacağı fonlarla, batının karakolu olacak bir Türkiye karşılığında hayali ekonomik vaatlerine devam ediyor.

Bu süreci izah ederken Stockholm sendromu gibi sosyolojik kuramlara mı ihtiyaç duyulur yoksa dilinizden sadece bir dönem Kürtçe şarkı söylediği için linç edilen Ahmet Kaya’nın “ nerden baksan tutarsızlık nerden baksan akmakça…” dizelerimi dökülür bilmem ama bildiğim tek şey bu yaşananları bundan 25-30 yıl öncesinde söyleyecek olsaydınız, hem bin yıl sürecek bildiriye imza atanlar, hem ikna odalarında gözyaşı dökenler hem de doğuda iki ateş ortasında ne yapacağını şaşıranlar sizin akıl sağlığınızdan şüphe ederlerdi.

Öyleyse bir daha sorayım… Bu toplumsal bir akıl tutulması değil de nedir?!