İslam toplumu, onlarca yıl boyunca bazıları stratejik bazıları epistemolojik birtakım krizlerden geçmiştir.

Bugün söz konusu krizlerin acı meyvelerini topluyoruz ve bu yüzden kendimizi coşkulu ve gezgin bir dünyada hayatta kalma mücadelesi verirken buluyoruz. Özellikle genç nesillerimizin zihninde mevcut duruma ilişkin hayal kırıklığı ve geleceğe dair karamsarlıklar hakim. Günümüzde insan, iki yaşam arasında hayat mücadelesi verirken bir yanda pratik hayattaki ekonomik, sosyal, ahlaki, hukuki yaşamdaki düzensizlikler mevcutken, diğer yanda manevi yönden  eskiyi uygulama alanında sıkıntılar yaşamakta  yeniyi uygulamaktan korkmaktadır. Gelecekten korkmak için hiçbir neden yoktur. Eğer geleceği reddeder ve kapılarımızı ona kapatırsak, biz eski üzerinde çalışıp onu yeniden canlandırmaya çalışırken gelecek bizi aniden yakalar ve ona karşı koyamayız. Değişimden korkanlar, latif ve pak olan eski zamandan kalma kutsal bir miras taşıdığı düşüncesiyle geleneksel kavramları özümsemeye devam ederler. Oysa gelecekten çok ihtiyaç duyacağımız şey kendini durağanlık ve taklitle korumaya alan korkulu benlik değil, hayata anlam ve misyon kazandıran ahlaki ve varoluşsal gayelerden uzaklaşmadan insana istikrar ve gönül rahatlığı veren kendinden emin, dengeli benliktir.

Günümüzde sürekli sorguladığımız ama bir türlü yaşayamadığımız bilgi yoğunluğu ve krizi yaşanmaktadır. Yöntem olarak geçmişte olanı benimsiyor,  güzel buluyor pratiğe geldiğinde ise anı yaşamak istiyoruz. Fakat yaşadığımız şimdiyi de sevimsiz buluyoruz. Sonrasında  geleceği  yaşamak istiyoruz fakat onu da ürpertici buluyoruz ve tüm bu denklemler hayalperest,  ne yapacağını bilmeyen nesillerden başka bir şey üretmiyor. Bugün insanlık yeni bir gelecek arayışında ve biz metinlerimizin içerisinde büyük bir değerler birikimine ve bilgi teorisine sahibiz. Fakat bunları araştırmayı geleneksel yöntemlere göre yürütülen dar bir uzmanlık çerçevesiyle kısıtlamışız. Bugün dünya değişti  zengin  araç, yöntem ve her anlamda bir müfredata sahip oldu. Tüm bu birikimleri metinlerimizi anlamak için kullanmalıyız, Aksi takdirde insanlık için hidayet vesilesi olmalarını nasıl ümit edebiliriz? Ve insanlık Kur'an'ın ve Hz. Peygamber’in siretinin rehberliğinden nasıl istifade eder? Bugünkü gelecek sorunlarının  en büyük kaynağı önümüzde  iyiye, erdeme yol açacak, yol gösterecek  nebevi metodu kullanan  bir liderin ya da liderlerin olmamasıdır diyebiliriz. Peygamber(s.a.v) e baktığımızda ona ait her eylemi stratejik ve politik açılardan şekillendiren gaye,  insanı şirk, cehalet ve despotizmin bağlarından özgürleştirmesi olmuştur. Mesajın temelini oluşturan Tevhid, yüce yaratıcının dışındaki her türlü bağdan tam bir kurtuluşu ifade eder.

İnsan bilincinde bu tarzdan büyük bir genişlemeye yol açan, sahabenin taşıdığı potansiyeli gün yüzüne çıkaran ve onları cahiliyenin durağında İslam'ın aktivisti yapan şey de tam olarak bu fikirdir. İnsanlardaki kafa karışıklığının giderilmemiş olması buradaki siyasi ve stratejik özellikteki genel işlerde ilahi iradeden ziyade,  beşeri uygulamaların insanın sorumluluğunun ne olacağı yönündeki belirsizliktir. Oysa Hz. Peygamber ve sahabenin yaşadığı toplumda bu tür sorunlara karşı çözümlerin net bir şekilde  vardı. Vahiy rehberliğin kaynağı, en yüce yönlendiriciydi. Gerçekleşen hadiselerin peşinden Hz. Peygamber’e nazil olan vahiy onu yönlendirir doğru olanı gösterirdi. Müslümanların dikkatlerini de öğüt almaya çeker, gizli ve zayıf noktalarını görmede onlara rehberlik eder,  gittikleri yolun zorluklarına karşı kendilerine direnç kazandırırdı. Plansız ve günübirlik yaşadığımız bu zaman diliminde yine Hz. Peygamber’in metoduna bakmamız bize yol gösterebilir. Hz. Peygamber’in insan ve plan arasında benzeri görülmemiş bir ilişki kurduğuna şahit oluyoruz. Her bireyi planın bir ortağı ve sahibi haline getirdi. Kendi rollerinin önemine inanan bireyler,  iman sahipleri ile beraber hareket ediyorlardı. Hiç kimsenin diğerinin üzerinde soy, servet ve iktidar yönünden üstünlüğü bulunmuyordu. Söz konusu ilişki, sahabenin genelinde bulunan üretkenlik, keşif ve girişim ruhunu gün yüzüne çıkarıyordu. Bu yüzden anlaşma yapmak suretiyle belli kabileye bağlanmış(köle) kişinin öne sürdüğü görüşün asil bir soya mensup birince benimsendiğine tanık oluruz. Henüz yeni Müslüman olmuş birinin önce müslüman olmuş  bir sahabeye komutanlık ettiğini görürüz. Genç birinin görüşünü dile getirdiğini ve deneyim sahiplerinin buna kulak verdiğini görürüz. O dönemde ne Arap memleketlerinde ne de dünyada tüm bu örneklerin bir benzeri bulunmuyordu. Hz. Peygamber siyasi ve stratejik ilişkilerde çatışmaya değil yönlendirici mücadeleye dayalı yeni bir yaklaşım modeli  sunmuştu.

Hz Peygamber çatışmaya alternatif olarak mücadele kavramını getirmiş, çatışma ve mücadele arasındaki fark düşmanı yıkan veya varlığını ortadan kaldıran bir dönüşüm olmayıp aksine bir etkileşim, baskıya maruz bırakmak suretiyle ve düşmanı ‘’hayra’’ ortak olacağı cihete yönlendirme şeklinin kendini göstermesidir. Bu durumda iki tarafta kazançlı çıkmaktadır. Değişimle uzlaşmak ya da onu kabul etmek zorunda değiliz, bunun yerine onu anlamak ve onunla etkileşime girmek zorundayız. Böylece iyilik değerlerini destekler ve kötülük temayüllerini kontrol altında tutarız. Müslümanlar olarak vizyon ve değerlerimizi evrensel yönde geliştirmemiz gerekmektedir. Bunu gerçekleştirmek içinse sağlam bir ahlaka ve yüce bir ortak değere sahip olan herkesle anlaşabilmeliyiz. Böylece bugün batı uygarlığında olanın aksine merkezinde zorlayıcı bir galibiyetin bulunmadığı yeni bir dünya kurma sürecine ortak olmuş oluruz. Gerçeklik ve düşünce arasındaki mesafe ciddi şekilde genişledi. Şimdi düşünce ve gerçeklik arasında boşluklarımız var. Bu yüzden meclislerimizde, okullarımızda, programlarımızda biz kendimizi tevarüs edilen polemikleri tartışırken buluruz. Oysa gerçekliğimize yaşantımıza ve uğraşlarımıza baktığımızda bu tartışmalar, fikirler, görüşler ve tasavvurlarla mutlaka tutarlı olmayan gerçekler ve gereksinimlerle meşgul olduğumuzu görürüz. Bizleri güvenli değişime ve geleceğe götürecek bir bilinç oluşturabilmek için öncelikle gelecek hakkında sağlıklı fikir yürütebilmenin hazırlığı içerisine girmenin gerektirdiği koşulları sağlamamız gerekir. Bu koşulları şöyle sıralayabiliriz; Tarihle  olan ilişkimizi iyileştirmeliyiz. 

Tarih geçmişin dünyasına aittir, geri yüklenemez, yüce değerleri yararlıdır ve dersleri önemlidir. Ancak gerçekliğe ve geleceğe dair anlayışımızı tarihsel mekanizmalara veya geçmişte; yaşanmış ve o dönemde ortaya çıkmış kötü modellere dayanarak inşa edersek tarihi ve geleceğin hakkını yemiş ve gelecek nesilleri tahrip etmiş oluruz. Diğer bir husus mutlak yargılama zihniyetinden kurtulmamız gerekir, beyaz ve siyah, iman ve küfür, günahkarlık ve ahlaksızlık, takva ve erdemlilik insanlar hakkında cömertçe yaptığımız yakıştırmalardır. Bu nedenle çoğunluğun görüşüne katılmama konusunda hak ve özgürlüğe sahip olmalıyız. Çoğunluğa da bizim görüşümüze katılmama konusunda yetki tanımalıyız. Her fikir gelecek için yeni bir test sunabilir. Fikir hatalı olsa bile herkes düşünmeye, konuşmaya ve tartışmaya davet edilir. Çünkü bu bizi daha iyi fikirlerin üretimine sevk eden bir argüman ortaya çıkarır. Yine diğer bir husus değerlerimiz konusunda ortağımız olan ötekiyle anlaşmamızın gerekli olmasıdır. Uluslar ve halklar arasındaki ayrımlar artık eskisi gibi değildir. Dünya eşi görülmemiş bir şekilde iletişim kurmakta mesafeler ve zaman daralmaktadır.

Gazze'de yaşanan soykırımın dünyanın hemen hemen her noktasında bir haykırışa, bir isyana dönüşmesi bunun günümüzde yaşanan en güzel örneğidir. Adalet özgürlük ve çoğulculuk değerleri sadece Müslümanların zihinlerini işgal eden şeyler değil, ortak bir endişedir. Bu konuda kendimize her yerde müttefikler bulabiliriz. Bu nedenle ittifaklarımızı ortak insani değerler temelinde yeniden inşa edebiliriz.  Böylelikle Hz. Peygamber’in tüm insanlığa mesajının gerçekten hakkını vermiş, güzel ahlakın gereklerini yerine getirmiş ve yeryüzündeki bozgunculukla mücadele etmiş oluruz. Başta Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in sünneti olmak üzere kaynaklarımız, asıllarımız ve metinlerimizle, onları çağdaş etkileşimin ve mevcut bilincin sahasına geri döndürecek ve bu sayede tarihteki durağan, sabit asıllar olmaktan kurtarıp dinamizmini geri kazanacak şekilde anlaşmaya ihtiyacımız var. Bugün yeryüzünde yaşanan ifsada, adaletsizliğe, zulme karşı o gün olduğu gibi erdemliler ittifakına (Hılfu’l Fudûl) ihtiyacımız var. Vesselam.