Başımıza bir iş geldiğinde çare aramak için kapısını tıklattığımız, eşiğinde beklediğimiz yer bizim için en vazgeçilmez en nihai başvuru noktasıdır.

Fetva ararken müftüye, tedavi ararken hekime, hakkımızı aramak için kadıya gideriz. Haram işleyenlerden hazzetmez, tedavi yerine kulaktan dolma bilgilerle meşgul olmayı hoş görmeyiz. Gasp edilen hakkımızı almak için, hırsızla yahut arsızla sokak ortasında kavga etmeyi değil muhakeme yolunu seçeriz. En azından makul yolun bu olduğunu biliriz.

Fakat bazı zamanlar vardır ki bütün yollar tıkanır, çareler tükenir, elimiz böğrümüzde kalakalırız. Yukarıdaki misallerle devam edersek; fetva soracak müftü, derman arayacak doktor, davamızı götürecek hâkim bulamadığımız anlar olur. İşte tam da bu anlarda, kendi aklımız ve gücümüzle çırpınmaya, nihai çözüm olmasa da elimizden geleni yapmaya ve kendimiz için mevcut sorunun çözümünün içimize en fazla sinen çaresini bulmaya çalışırız.

Bu gayet insani bir hayatta kalma refleksidir.

Bataklığa erişemesek de sivrisineklere eyvallah edecek değiliz! En azından gücümüzün yettiklerine hak ettikleri muameleyi yaparız.

İşin küresel boyutuna gelince, gerek siyasi sınırlara sahip devletlerin vatandaşları olarak gerekse sınırsız ümmetin fertleri olarak bizi çaresiz bırakan pek çok mesele ile karşılaşıyoruz. Yakın ve uzak her konuda bir aksiyon ortaya koyacak kadar diri ve canlı olmamız elbette çok önemli. Ruhsuz cesetler gibi hareketsiz ve sessiz kalmak bir nevi yaşarken ölmektir zaten.

Son aylarda ciğerlerimizi solduran katliamların ve ağır ızdıraplarla yüklü can kayıplarının bizi çaresiz ve aciz bıraktığı bir gerçek. Sadece fert olarak değil cemaat ya da ümmet olarak da yetersiz kaldığımızı ayan beyan gördük. Aynı şekilde devletlerimizin de özel muhafızlarıyla soykırım uygulayan İsrail canavarına karşı fiziki/askeri müdahale etme ihtimallerinin olmadığını anladık.

Siyasi otoritelerin yapabildikleri en ciddi aksi duruşun, yeryüzünün bataklığı mesabesinde olan kurum ve kuruluşlara, kendi ürettikleri ve besleyip büyüttükleri sivrisinekleri olan İsrail’i şikâyet etmek olabileceğini de yaşayarak öğrendik.

Bataklığa sinekleri şikâyet etmek kulağa ne kadar saçma geliyor değil mi?

Mevcut dünya düzeninin hakiminin Siyonistler olduğu ve onların idarelerinde yürüyen sistemin içinde başrollerde bulunan devlet başkanlarının ve çevrelerinde duran siyasi elitlerin, sistemi reddetme yahut daha çok kullandığımız ifadesiyle boykot etme imkân ve ihtimalleri var mıdır?

Bu sorunun cevabı İsrail canavarının durdurulması için beklentilerimize yön vermesi muhtemel bir netice olacaktır.

Dünyanın geri kalan devletlerinin, mevcut beş daimî Güvenlik Konseyi üyesi devletin hegemonyasında yürüyen Birleşmiş Milletler sistemini boykot etmeleri ve her türlü ilişkiyi kesmeleri ne kadar mümkündür? Ateşkes için kapılarında yatılan bu canavar sahiplerinin, sokakta vahşi bir köpeğe tasma takarak hoşlanmadığı kimselere saldırtan birer ahlaksız eşkıya devlet oldukları gizli bir bilgi midir?

İsrail sineğini üreten bataklık olan küresel sistemin kurumlarının makbul ve mecbur yerler olması dünyanın en önemli sorunudur. Yakın bir gelecekte aşılması muhtemel gözükmeyen bu saçma zulüm sistemiyle savaşmak için, ne kadar büyük bir siyasi otoriteye, ne kadar büyük bir halka ve ne kadar büyük bir orduya gerek olduğu da aşikardır. Bu büyüklüğün kemiyet değil keyfiyet olduğunu not etmeden geçmeyeyim.

Bütün bu büyüklü cümlelerle fert olarak bizlerin direk mücadele etmesi bir yana muhatap olmamız bile mümkün değilken bize düşen ya da bizim yapabileceğimiz ne var sorusunu çok sık tekrarlamak ve sürekli canlı cevaplar bulmak durumundayız.

Mesela işe küresel sistemin dayattığı kültürel kodlamaları boykot ederek başlayabiliriz. Bu konuda çok fazla örnek olduğu için seçmekte zorlanıyorum. Mesela LGBT ve türevleri ile ilgili güya hak mücadelesi bir küresel sistem dayatmasıdır. Mesela yılın belli günlerinde belli birtakım konuları ve başlıkları kutlamak bir küresel dayatmadır.

Bunlara daha net örnekler verecek olursak; işçi bayramı, kadınlar günü, doğum günü, ölüm anmaları, yılbaşı tatili gibi ilk akla gelen başlıkları saymak yeterli olacaktır.

Hele bu gibi anma ve kutlamalara Müslümanların kendilerince savunma refleksi ya da eziklik göstergesi ile İslami açılar kazandırmaya çalışması, mesela kadınlar gününde güya İslam’ın kadına verdiği değeri öne çıkararak yapılan kutlamalar gibi tuhaflıkların normalleşmesi bizim kültürel olarak mağlup olduğumuzun ve hâkim kültüre yamanmaya ve yaranmaya çalıştığımızın göstergesidir.

Bizim kimsenin gününe ihtiyacımız yoktur aslında ama eğer varsa bu bizim biz olmadığımızın alametidir.

Bu gibi dayatmaların üstlerine İslami ve yerli soslar dökülerek sunulması da ayrı bir cinayettir. Hem kendimize hem de dinimize hürmetsizliktir.

Bizde teorik olan ne eksik vardır ki onlardan aldığımız herhangi bir şey ile tamamlansın?

Yine bizde pratik olarak ne eksiklik vardır ki onların telkini veya teşvikiyle giderilsin?

Ve ayrıca kendimizdeki bir eksikliği onların yöntemiyle giderecek kadar kültürel düşüklüğü nasıl kabullenebiliyoruz?

Bu yüzden sineklerini boykot ettiğimiz küresel sistemin dayatmalarının tamamını boykot etmemiz fertler olarak bizim verebileceğimiz en güzel mücadele yöntemlerinden biridir.

Birleşmiş Milletler tarafından tayin edilen her günü reddediyoruz. Her kurumu ve yöntemiyle batılı reddediyoruz. Daimî üyelerin savaşa ve barışa karar verme haklarını reddediyoruz.

Kendi kapısında besleyip üstümüze saldığı vahşi köpeklerini yemlerken bize gülümsemelerini kabul edecek kadar ahmak değiliz.

Kadınlarımıza ve çocuklarımıza kıyanların, kadınlarla ve çocuklarla ilgili hiçbir iddia ve teklifini kabul edemeyiz. Ya ne olacak bu da böyle olsun diyemeyiz. İyi göremeyiz bu sinsi tuzakları. Aksi halde düşeceğimiz çukur batıl foseptiği olacaktır.

Onların kutladıkları her günün ardında üstünü örtmeye çalıştıkları büyük vahşetler olduğunu ve sadece sıramızı beklediklerini bilmek zorundayız.

Batının bize bakarken gördüğü resimde ne insan hakları ne kadın hakları ne de çocuk hakları diye bir şey yok. Bunu anlamak için daha ne olması gerekiyor? Daha kaç çocuk parçası göreceğiz ve daha kaç yurdumuz yıkılacak?

Büyük batıl ya da küçük batıl yoktur, batıl vardır ve tümüyle reddedilmelidir. Küçük sandığımız şeylerde onlara uyarak şeytanı ve dostlarını sevindiremeyiz. Ki farkında olmadan bir süre sonra onlar gibi düşünmeye ve anlamaya başladığımızı göreceğiz ve o zaman zaten iş işten geçmiş olacaktır.

Öyleyse gelin boykotumuzu her yöne doğru genişleterek devam ettirelim. Onlara benzeyenlerin onlardan olacağını söyleyen bizim peygamberimizdi, unutmayalım.