Güncel olaylar her ne kadar kasıtlı ya da planlı gibi gözükse de işin sonunda fert ve toplum olarak bizi bazı noktalarda bilgilendirmeye ve şuurlandırmaya hizmet ediyor.

Birileri birtakım hesaplarla bazı alanlarda bazı adımlar atıyor hatta tabiri caizse durgun suda balık avlamaya kalkışıyorlar. Ne ki; su da bizim, balıklar da.

Bu herhalde hakkın ve iyiliğin en büyük avantajıdır. Teorik olarak üstünlük kurulması mümkün olmayan bu duruşu sarsmak ya da mensuplarını yıpratmak için ortaya atılan meseleler, dönüp dolaşıp hakka ve iyiliğe hizmete dönüşüyor.

Bunun en bariz örneği halen yaşadığımız ve her ne ile meşgul olursak, neyi konuşuyor olursak, neyi yazıyor olursak olalım gönül gündemimizden bir an bile düşmeyen Gazze oldu. Canlarımızı aldılar, yurtlarımızı yıktılar, şehirler enkaza döndü, sağlam bina bir yana hastane ya da cami bile bırakmadılar ama kazanamadılar! Kazanamayacaklar!

Atılan bütün iftiralar ve işlenen bütün cürümler başlarına döndü. Dünyayı kandıramadılar. Hem de tüm imkanlarına rağmen…

Tabi küresel ölçekli bu meselenin bir de bize hitap eden ulusak boyutlu yan cepheleri açıldı. Bir hafta bir futbol maçından devrim çıkarmaya çalışmalarını izlerken ardından bu defa daha net bir açılımla direk sancağımızı hedefe koydular. Yılan gibi dönen dillerini uzatıp çekerek zehirlerini piyasaya sundular.

Konunun ne olduğu ve nereye, neden uzatıldığı gibi detaylara girmeden biz fikir ve duruşumuzu ortaya koyup kenara çekilip seyredelim.

Öncelikle şunu netleştirelim: Her kavmin/ülkenin kendi bayrağı vardır ve olmalıdır. Bunun İslam’a aykırı bir yanı da yoktur. İnsanlar kendi ülke ve hatta aşiretlerini temsil eden bayraklara sahip olabilirler ve bunlarla kendilerini temsil edebilirler. Daha da ötesinde her şehrin ya da yerleşim yerinin ayrı bir bayrağı da olabilir.

Günümüz dünyasında resmi devletlerin ulusal bayrakları da temelde bizim için İslami bir sorun teşkil etmezler. Üzerlerinde haç ya da benzeri yasak bir sembol olmadığı müddetçe, o ülkede yaşayan Müslümanlar için taşınması ya da saygı duyulması bir mesele bile değildir.

Türkiye Cumhuriyeti devleti bayrağı ise eskiden beri İslami değerlerle ulusal varlığın birleşmesi sonucu oluşan ve tarihi mevcut devletimizin yaşından çok daha eski olan bir bayraktır. Devlet hilafeti temsil ederken de hilafet bayrağı olarak kullanılmıştır. Ancak hilafet bayrağının üzerinde mutlaka tevhit kelimesi yazılmıştır.

Hilafetin kendine has bir bayrağı ya da sancağı olmak zorunda değildir. Ancak Rasulullah(sas)’in siyah ve beyaz olarak iki ayrı sancak üzerine tevhit kelimesini işleterek savaşlara bunlarla çıkması bir temel olmuş ve uygulama da buna göre şekillenmiştir.

Aynı şekilde Rasulullah(sas)’in ordusunda yer alan her kabile ya da kavim kendi bayrağı ile orduya katılmış ve savaşmıştır. Buradaki incelik, genel ordu bayrağının tevhit bayrağı olması ve savaşın ulusal kaygılarla değil İslami gerekçelerle yapılmasıdır. Gerçi Müslüman ulusların kendi mal ve canları için girişecekleri savaşlar ya da topraklarını korumak, nesillerinin devamını sağlamak gibi endişelerle girecekleri mücadeleler de cihat hükmünde kabul edilir. Bu mücadelelerin Müslüman toplumlar arasında olmaması veya olduğunda sulh yoluyla çözülmesi esastır. Her zaman mümkün olmasa da izlenmesi gereken yol budur.

İslam bizden bayraksız, kimliksiz ya da ırksız/nesilsiz olmamızı istemiyor. Aksine bu gibi farklılıklarımızı ayet görerek hassasiyetle yaklaşmamızı ve birbirimizi bunlarla tanıyarak kardeş olmamızı istiyor. Bu sebepledir ki, İslam’ın yüzyıllar boyu hüküm ferma olduğu birçok ülke daha sonra bağımsızlıklarını elde ettiklerinde dilleri ve adetleriyle kültürlerini ve dinlerini koruyabildikleri görülmüştür.

Lailaheillallah Muhammedurrasulullah’a gelince; dünyamızı ve ahiretimizi değiştiren cümle budur, hayatımızı ve ölümümüzü anlamlandıran, her şeyin başladığı ya da her şeyin bittiği cümle, uğrunda her şeyin yapılabileceği ya da her şeyden vazgeçilebilecek cümle! Ama her şey…

Bu yüzden, tevhit sancağının herhangi bir devlet tarafından resmi bayrak olarak kullanılması pek yerinde değildir, böylelikle mevcut düzende manası o seviyeye indirgenir oysa ümmetin ezan gibi ortak bir değeri mesabesinde ve dokunulmaz olması çok daha makbul ve güzel sonuçlar doğururdu.

Bugün bayraklarında tevhit kelimesi bulunun iki devletten Suudi Arabistan’ın kutsal toprakları sınırları içinde bulundurmaktan dolayı kendinde hak gördüğü bu bayrağı hakkıyla temsil edemediğinde neredeyse Müslüman toplumların hepsi hemfikirdir. Ayrıca her yeşil sancak görenin bu devletin bayrağını anımsayarak tevhit sancağının asıl mesajını kaçırması da bir vakıadır.

Aynı şekilde son yaşanan devrimle ulusal bayrağı yasaklanan ve tevhit bayrağı Taliban tarafından resmi bayrak ilan edilen Afganistan’da da durum biraz böyledir. Belki yeryüzünde şu an bu bayrağı taşıma hakkına en layık ülke konumunda olsalar bile, resmi bayrak olarak kullanmaları yukarıdaki sakıncaları beraberinde getiriyor. Kendi ulusal birliklerini de sağlamakta zorluk çektikleri bir düzlemde belki tevhit sancağını daha üst bir konumda kullanmaları güzel olurdu.

Aidiyet oluşturmak özellikle söz konusu bayraksa günümüz modern devlet anlayışının temellerinden biridir. İki uç örnekle konuyu bitirelim:

ABD yani birleşik devletlerde bayrak birliğin sembolü ancak hiçbir saygı ya da kutsiyet tanımlanmayan bir objedir. İç çamaşırı olarak da Amerikan bayrağı kullanılabilir ve kimse rahatsız olmaz.

Benzer bir aidiyet sağlanan Filistin’de kim tarafından ve hangi şartlarda oluştuğundan bağımsız olarak bugün herkesin benimsediği bayrağın özgürlük mücadelesinde taşınması kaçınılmazdır. Orada bayrak açmak için ölümü göze almak gerektiğinde de bayrak açılır!

Hamas siyasi idareyi seçimle ele geçirdiğinde Gazze’de herhangi bir bayrak sorunu çıkartmamış aksine hem ulusla bayrağı hem de tevhit bayrağını uyum içinde taşımaya devam etmişti. Bu bakımdan güzel bir örnek oldular ve halen oluyorlar da.

Türkiye ya da başka bir ülkede yaşayan Müslümanların kendi ulusal bayraklarının dışında ve ümmeti temsil eden, her türlü ihtirama layık bir kelimeyi üstünde taşıyan tevhit sancağını layık olduğu seviyede ve temsil ettiği manaya uygun şekilde kullanılması, açılması ve saygıyla selamlanması elbette imanımızın gereğidir. Bunu yapmak ulusal bayraklara sahip olmaya veya saygı duymaya engel değildir, olmamalıdır.

Her şeyi yerli yerine koymak ve her şeye layıkıyla muamele etmek erdemdir, ahlaktır.