Dün İstanbul’dayım.

Havaalanından indikten sonra bir dostumu aradım.

Sağolsun gelip beni aldıktan sonra “nereye gidelim” dedi.

Hiç düşünmeden “Şeyhzade Cami” dedim.

Başını sallayarak “Yani Üstad’a gidelim diyorsun” dedi.

Saat geç olmasına rağmen girdik Şeyhzade Camii avlusuna.

Güvenlik kapıyı kapatıyorum deyince, “Gaziantep’ten Sezai Abiyi ziyarete geldim” dedim.

Ziyaretimizi anlayışla karşılayan güvenlikçi kardeş, bu kez de mezarlık tarafı girişinin kapalı olduğunu söyledi.

Oranın sorumlusunu aramamıza rağmen ne yazık ki Sezai abiyi ziyaret edemedim.

Beni ağırlayan dostuma daha “sabah ilk işimiz” Üstad’ı ziyaret olsun” demeden tamamdır dedi.

Sabah soluğu direk Şeyhzade Cami’nde aldım.

Heyecanlı bir şekilde Camii avlusuna adımlarken, her adımda heyecanım daha da arttı.

Sezayi abiyi uzaktan gördükten sonraki son adımlarını hatırlamıyorum bile.

Yürüdüğü düşünüyordum ama oysa koşmuşum.

Oydu bu duvarın dininde yatan.

Dünyaya hiç meyletmeyen Doğulu babanın yedinci oğlu, o duvar dibinde mütevazı bir halde yatıyordu.

Selamın aleyküm Sezai abi dedim.

Senin bu dünyaya tek derdin ve davan ümmetin derdi ve davasıydı.

Giderken de bu kirli dünyada pak bir şekilde gittin.

Rabbim sana rahmet eylesin. Bizi de senin gibi bu dünyada temiz bir şekilde yanına alsın.