Size dünyanın en uzak ülkesinden sesleniyorum.

Uzak dediysem coğrafi olarak değil, zira aslında dünyanın tam ortasındayım ben.

Bir zamanlar peygamberlerin yönünü bana dönerek namaz kıldığı konumdayım yani.

İlk kıblegaha layık görülen,

Büyük Peygamberin İsra yolculuğunda ona esenlik durağı olan,

Göz alabildiğine geniş arazilerin olduğu,

Topraklarında mümbit yemişlerin bittiği,

Zeytin ağaçlarının süslediği,

Babaların helal kazandığı,

Anaların lezzetli yemekler pişirdiği,

Çocukların, babalarının akşam dönüşünü tereddütsüz ve kaygısız beklediği,

Sokaklarında güven ve huzurla gezilen,

Diğer şehirlerdeki akrabalarımızı görmek için şehirlerarası yolculuklar yaptığımız,

Hatta pasaportlarımızın bile olduğu!

Günlerden bir gün, babam temiz sakallı amcalarla toplandı.

Uzun uzun, endişeli endişeli, cesur cesur, vakur vakur, emin emin bir sohbet yaptı.

Ben o an anladım ki, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

O gün anladım ki, yolda ayağıma takıldığı için kızdığım taşlar en yakın arkadaşım olacak.

Ve ben o gün anladım, ülkemdeki taşların bu kadar çok olma hikmetini.

Bir taşın bir mermi kadar değerli olduğunu,

Ebabillerin neden taşları silah olarak tercih ettiğini,

Onlarla oyun oynamak yerine, onları savaş malzemesi yapmam gerektiğini,

Heybemde biriktirdiğim taşlarla her evden çıkanda helalleşip gitmem gerektiğini,

Ramallah’ ta ekin yerine tarlaya taş ve çocuk ekilmesi gerektiğini ben o gün anladım.

Ve bir gün, gürültüsü göğüs kafeslerimizi parçalayan tanklarla şehir ve yollarımızı çiğnediler,

Kafamızın üzerinde uçurdukları uçaklar yüzünde kulağımızı sağır ettiler,

Babalarımızı bir yere, annelerimizi başka bir yere götürdüler,

Meğer yurdumuza dünyanın en barbar insan topluluğu göz dikmiş,

Ataları lanetlenmiş ve maymuna çevrilmiş yamyamlar dünyanın tüm zalimlerini arkasına alıp memleketimi istila etmiş,

Ellerimizle yaptığımız evlerimizi, okullarımızı, bağ-bahçelerimizi kendilerine ganimet bilmiş,

Sistematik olarak nüfusumuzu azaltmayı kafasına koymuş,

Bizi her türlü haktan mahrum bırakmanın planını yapmış,

Sadece üstü açık olan bir tarafı okyanus, diğer tarafı ölüm olan kocaman bir hapishaneye sokmuşlardı.

Artık ağaç dikecek tarlalarımız, sebze ekecek bahçelerimiz kalmadı.

Zeytin ağaçlarının yerini gargat ağaçları, ezan seslerinin yerini bomba sesleri aldı.

Nesillerce o koca demir yığını makinalara karşı elimizdeki taşlarla, sapanlarla karşı koyduk.

Hiçbir savaş hukuku gözetmeyenlere karşı Allah’ı ve ümmeti mahcup edecek taşkınlıklar yapmadık.

Ümmetin kendilerini bir vücudun azaları gibi hissetmekten uzaklaştığı, acımızı hissetmediği, kendi küçük dünyalarına daldığı zamanlarda bile biz hep direndik.

Ümmetin onurunu kurtaracak kadar direndik.

Sessizce öldük ama ölenin yerine hemen yenisini koyduk.

Annelerimiz son kanına kadar öleceğini bile bile çocuklar doğurmaya devam etti.

Babalar kanlar içindeki cesetlerimizin gururunu yaşayıp, alnımızdan öptü, abilerimizin yanına gömdü.

İşte benim görüp, yaşayıp, hissettiklerimden birazı bunlar.

Şimdi gevrek gevrek konuşanlara, bize kendince hukuk dersi verenlere tek bir sözüm var:

HADİ ORDAN!..