Gaziantep son yıllarda büyük bir değişim içinde. Yeni yollar, yüksek binalar, alışveriş merkezleri, zincir mağazalar… Şehir büyüyor, gelişiyor. Ama bu gelişimle birlikte sessizce kaybettiklerimiz de var. Peki biz bu değişimin içinde neyi unuttuk, neyi gözden kaçırdık?

Eskiden Gaziantep denince akla önce tarihi sokakları, taş evleri, baharat kokulu çarşıları, bakırcılar çarşısında yankılanan çekiç sesleri gelirdi. Şimdi bunların yerini beton bloklar, tabelalar ve gürültü aldı. Modern yapılar çoğaldı ama şehrin ruhu biraz daha geri çekildi.

Gelişim kötü bir şey değil elbette. Ama bu gelişim, kim olduğumuzu unutturuyorsa, orada durup düşünmek gerekir. Çünkü şehir sadece binalardan ibaret değildir. Şehri şehir yapan, insanıyla, kültürüyle, tarihiyle bütünüdür.

Gaziantep mutfağıyla dünya markası oldu. Ama aynı zamanda geleneksel tarifler yerini hızlı tüketime bıraktı. Çocuklar artık nenelerinin tarhana yaptığı günleri bilmiyor. Yerel olan, yavaş yavaş unutuluyor; yerine standart, ruhsuz bir yaşam biçimi geliyor.

Bir zamanlar mahallede herkes birbirini tanırdı. Şimdi aynı apartmanda oturanlar bile selamlaşmıyor. Eskinin paylaşım kültürü, yerini bireyselliğe ve hızla akan bir hayata bıraktı.

Modernleşelim, büyüyelim, gelişelim. Buna itirazımız yok. Ama bunu yaparken kendi rengimizi, sesimizi, kokumuzu kaybetmeyelim. Gaziantep sadece bir şehir değil, bir kültürdür. Bu kültürü koruyamazsak, geriye sadece tabelalarda yazan bir isim kalır.

Köklü ağaçlar en sert rüzgârda bile yıkılmaz. Çünkü kökü derindedir. Gaziantep de kökü derin bir şehirdir. Yeter ki biz bu kökleri kesmeyelim.