“Sık sık verilen aynı öğütten sıkılma, çünkü bir çiviyi çakabilmek için defalarca vurmak gerekir.” buyuruyor Hz. Mevlana.

O yüzden biz yazmaktan yorulmayacağız, siz de okumaktan. Üzerine basa-basa, başınıza ve başımıza vura-vura anlatacağız da yine de yorulmayacağız.

Evvela bu konuda anlaşarak başlamak istedim.

Zira konu Kur’an.

Konu Kur’an olunca şeytanın da vesvesesiyle, çekiliyoruz kenara, yönümüzü döner oluyoruz, önemsemiyoruz meseleyi.

Bu önemsememeyi Kur’an hesap gününde Hz. Peygamber’in şu şikayetiyle bildireceğini söylüyor,

“Ya Rabbi! Benim kavmim bu Kur’an’a, devri geçtiği için terk edilmiş bir kitap muamelesi yaptı!” (Furkan-30)

Düşünsenize Allah’ın Rasulü (s.a.v) hesap gününde bizden şikayetçi olacak.

Oysa mesele zannettiğimzden önemli ve acil. Zira kalk borusu bir gün mutlaka çalacak. O gün neler olacağını yine; insanlık için bir bilinç kaynağı, bir doğru yol rehberi ve bir rahmet menbaı olan Kuran’ın kendisi bizlere ayet ayet anlatıyor: Ve o gün Sur’a üflenecek, bunun üzerine, Allah’ın dilediği kimseler hariç, göklerde ve yerde bulunan herkes dehşetten paniğe kapılacak; nihayet herkes, başı önde, O’nun huzuruna varacaktır. Kim güzel amellerle huzura gelirse, daha hayırlısıyla karşılığını bulacaktır; Kim de kötü amellerle huzura gelirse, artık onlar da yüzüstü ateşe kapaklanacaklardır. Şimdi siz, yapıp ettiklerinizin dışında başka bir karşılık mı bekliyorsunuz?” (Neml; 87-89-90)

Kelimeler oldukça uyarıcı ve bir o kadar da dehşet verici değil mi?

“Kur’an-ı Kerim arkadaş gibidir. Arkadaşlığınız uzadıkça onun sırlarını daha çok öğrenirsiniz, o sırlarını bir kaç dakika oturup sonra giden birine açmaz” buyuruyor Şeyh Muhammed al-Awaji

O, rezervi sonsuz bir mana pınarı gibi, kabını altına tutan herkesin gönlünü doldururken, bizler O’na ne kadar da uzaktayız değil mi?

Kişinin akıl çapı, iman, hikmet, bilgi, birikim, gayret ve ufkuyla orantılıdr. Bu orantı ise oldukça önemlidir. Cennet ve cehennem arasındaki çizgi de hakeza bu orantıyla orantılıdır. İnsanın uhreviyetini karartmak için bu orantıya müdahil eden varlık ise hepimizin malumu.

Allah-u Teala buyurur ki, “Siz ey iman edenler! Şeytanın adımlarını izlemeyin. Kim şeytanın adımlarını izlerse, bilsinki şeytan sadece hayasızlığı ve akl-ı selime aykırı olanı emreder.” (Nur-21)

Taberi’nin İbni İshak rivayetiyle aktardığına göre; Hz. Adem, dünyaya indirildikten sonra şöyle ağlamış; “Allah’ım Cennet’inde komşundum. Dilediğim şekilde yaşardım orada. Sonra beni mukaddes bir dağa koydun. O zaman da hiç olmazsa meleklerin arşı tavaf ederken çıkarttıkları sesi işitir, Cennet’inden güzel rayihalar koklardım. Ama daha sonra beni yeryüzüne indirdin. Boyum kısaldı ve artık o melek seslerini işitemez oldum. Üstelik önceleri aldığım Cennet kokuları da kaybolup gitti...”

Allah Teala ona şu cevabı vermiş: “İşlediğin günah sebebiyledir bu başına gelenler...”

***

Unutmayalım!

Alem, Allah’ı (c.c.) gösteren bir parmaktır. Gördüğünüz her şey O’nu zikreder. Kur’an ise herşeyden haberdar eder. İdeal müminin portresini çizen işte O Kur’an bir kez daha uyarıyor,

“Kalk borusu çaldığı zaman ne aralarındaki soy bağı işe yarar, ne de birbirlerine olan biteni sorabilirler.” “Yoksa sizi boş ve anlamsız bir oyun için yarattığmızı mı sanıyorsunuz?” (Mü’minun; 101, 115)

“O gün safların ayrılacağı gün olacak, suçlular tüm umutlarını yitirecek” (Rum; 12; 14)

Sözün özü o ki; Kuran’ın yolundan çıkanlar ve söylediklerini işitmemekte ısrar edenler viran ve ıssız bir kuyudaymışçasına debelenip dururlar. Üzerlerine bela sağanağı boca olur. Şeytan onları yalnız bırakmaz. Şeytanın hezimeti ise insanın azimetine bağlıdır. İşte bir mukades ay daha yaklaşırken gelin azim gösterelim ve şeytanın hezimetine uğramayalım. Kur’an-ı Kerim’le hemhal olalım. Olalım ki; Rabbim bizleri kaybedenlerden eylemesin.

Vesselam,