Kâinat yaratılış kurgusunu yeniden hatırladığımızda, en küçük yapıtaşlarımız atomlarla en büyük galaksilerin birbirine ne kadar benzediğini ve aslında bütün bir sistemin çok net ve sade olduğunu göreceğiz. Ancak bizim gözümüzde sonsuz bir kâinat heybeti ve görülemeyecek kadar küçükte olsa bizi aciz bırakın, şaşırtan mini atom yapıları hep birer hayret sebebi olarak kalacaklardır.

İnsanlarla toplumlar da aslında aynı yapının yansımalarıdırlar. Birey olarak bir kişi üzerinde izlenebilecek sosyal ya da psikolojik bütün haller bir büyük versiyonu ile toplumlarda da ortaya çıkabilmektedir.

Basit bir örneklendirme ile netleştirelim, öfkeli bir insanın gözü hiçbir şeyi görememekte ve öfkesine mağlup olan kişi, kişisel normallerini yok edip hiç olmadığı birisi kadar akılsız olabilmektedir. Öfkeli kalabalıkların hareketlerinde de mantık aramak çok lüzumsuz bir iştir. Deliler gibi hareket eden koca toplulukların birey bazında ne halde olduklarını tahmin etmek zor değildir.

Bireyler sapıtabilirler ve şeytan onları sevk ve idare ederek kendine bağlı askerlere dönüştürebilir, bazı toplumların bunu tamamen hayat tarzı olarak tanımlayıp dayatmaları ise toplumsal olarak şeytanlaşma ya da şeytanla bütünleşme halidir.

Ruhun insanı sevk ve idaresi kayıtsız değildir, o insanı birtakım yan etkilere açık bırakır ki, insan olarak kalmaya devam edebilsin. Ve insan kendini neye layık görürse onu yaşar aslında!

Günümüzün en popüler konusu şüphesiz dünyanın her yerinde aynıdır, kim kimi yönetmektedir. Bundan sonra kim hangi mevkide olacak, kim ne kadar kazanacak vs. Uzayıp giden bir sürü lüzumsuz soru. Bunların hepsine toplam da ‘politika’ diyoruz.

Yeryüzünde Allah(cc)’ın halifesi olarak bulunan insan hep yönetime ve üstünlüğe taliptir. Birbirimizi kınamak anlamsızdır. Üstünleri ve galipleri tekebbür ile itham edenlerin derdi kendi kibirlerine engel olunmasıdır. İdareciliğin en safı ve temizi ancak ve sadece Allah(cc)’ın halifesi sıfatı ile uygulanandır.

Politik ya da siyasi her ne derseniz deyin, insanların başlarına gelen/getirilen her şey de tıpkı yediği ekmek, içtiği su gibi nasibindendir. Bazı insanlara Allah(cc) bilinir ya da bilinmez bir hikmetle daha çok yemeyi nasip eder, tıpkı bazılarına insanları yönetmeyi nasip ettiği gibi. Yönetilenlere gelince de durum aynı ve hepsi aslında nasibini elde ediyor ve layığını buluyordur.

Mevla asla zulmetmez, idarecilerin yaptığı hiçbir şey yanlarına kalmayacaktır. Fakat acı çekilmektedir ve dünya kurulalı beri böyle devam etmiştir. Mevla asla zulmetmez demek; ‘herkes bir eli yağda diğeri balda yaşar’ demek değildir.

Zulüm, hak etmeyene verilen cezadır/karşılıktır. Neşe yahut acı değildir.

Adalet, sokakta yürüyen adamın bir diğerinin omzuna çarpmasına engel olmak değildir. Ancak nihayetinde çarpılanın hakkını teslim etmek ve kısasını almaktır.

Bu bağlamda dünyada acı çekenlerin hayatlarının diğer bölümünde elde edecekleri şeyler herhalde tırnak kesme acısı konumunda düşürecektir yaşananları. Elde edilecek olan mutlak adalettir! Asla yanılmayan ve şaşmayan bir terazinin adaletidir.

Dünyada karşımıza çıkan pek çok acı, çekenler için değil zulmedenler için bir cezadır. Acı çekmenin uhrevi karşılığını bilmediğimiz için dünyalık acıları işkence ya da zulüm zannımız vardır. Zira o acı zulmedenlere tahmin edemeyecekleri kadar ağır bir şekilde geri dönecek ve mazlumların intikamı alınacaktır. Mazlumlara gelince, Mevla onlarla arasındaki perdeleri kaldırır ve kafasını uzatan her mazlum O’nunla konuşur/dua eder.

Herkes layık olduğunu bulur ve yaşar derken kastımız budur. Hayatı sadece dünyadan ibaret olarak değerlendirip bütün zulüm ve adalet terazilerini dünyaya kuranlar cinnete mahkûm kalırlar ya da zulmedenlerin yani şeytanın safına geçip gözlerini kapatırlar.

Hayatı dünyadan ibaret bilmek aslında anne karnındaki bir bebeğin hayatının o rahimden ibaret olduğunu zannetmek kadar zavallı ve gerçek dışıdır. Her akıl sahibi bilir ki, bebek doğacak ve hayatını yaşayacak yahut ölecek ama her hâlükârda doğacak… Bunun gibi her iman sahibi de bilir ki, ölecek ya da doğacak hangi kelimeyi kullanırsanız kullanın sonunda asıl hayatı olan ahirete yürüyecek.

Bu anlayışta birisinin her konuda karşılığı dünyada beklemesi kadar akılsızlık olamayacağı gibi ahiretten yana en ufak bir umutsuzluğunun da olması düşünülemez.

Toplumlar da insanlar gibi yaşarlar, hastalanırlar hatta ve hatta ölürler. Şeytanlaşmış insanlar olabileceği gibi toplumsal şeytanlıklar da olabilir. Teker teker fertlere asla zulmetmeyen Allah(cc), topluluklara da zulmetmez! ‘Toplumlar kendilerini değiştirmedikçe Allah(cc) da onların durumlarını değiştirmez.’ (Ra’d 11)

‘Başımızı da bu da mı gelecekti’ demek yerine ‘daha iyisine layık olmak için ne yapmak lazım’ demek durumundayız. Hayatı ve yaşadıklarımızı sorgularken kendimizi “la yus’el” (hesap sorulamaz) konumda görmek yapacağımız en büyük hata olacaktır.

Aynı şekilde, ‘işte şimdi istediğimi elde ettim’ zannetmek yerine, ‘hangi sebep ve hikmetle bana bu verildi’ sorusunun cevabını bulmak gerekmektedir. Verilenin nimet mi külfet mi olduğunu çözmez ve ona göre kendimizi ayarlamazsak sonraki adımlarımızda ayağımızın kayması muhtemeldir.

Bildiğini ve hele bir de bildiğinin doğru olduğunu zannetmek başa gelebilecek en tehlikeli haldir. En çok kazayı usta şoförler yaparlar. Yanılma payımızı yanımızdan ayırmayalım lütfen.