Geçtiğimiz ay hayata ve dünyaya bir süre, ömürden bir parça kadar mola verip umreye gitmek nasip oldu. Hiç şüphesiz mübarek mescidlerin ikisini ziyaret ederken gönlümün bir köşesinde en son on yıl önce ziyaret ettiğim üçüncü mescid hep bir hasret olarak duruyordu.

Bu yolculuklar kendisine nasip olanlar bu hasretin nasıl bir duygu olduğunu bilirler ama bilmeyenler için şöyle tarif edebilirim. İnsanın kendi ana ve ata yurdunu, yetiştiği ve yaşadığı, eğitim gördüğü ve çalıştığı, akrabalarının ve dostlarının olduğu bir şehirden uzak kalınca hissettiği özlem ne ise işte onu on ile çarpın, üstüne vahiylerle bezenmiş yüz yıllık değil binlerce yıllık hatıralar dökün ve sonra tadına bakın. İşte bu Mescidi Haram, Mescidi Aksa ve Mescidi Nebevi hasretinin tadıdır.

Bütün bu duygunun yanına Mescidi Aksa’nın işgal edilmiş olduğunu da ekleyince hasret geniz yakan bir acıya dönüşüyor. Ardından Gazze’de tüm dünyanın gözleri önünde işlenen vahşi soykırımı da eklediğimizde artık bizim için yürek yangınının 1917’den bu yana hiç sönmeyen ateşidir bu.

Çaresizliğimizin ve bir nehir gibi akan zamanın üstünde saman çöplerinden hafif kalan ağırlığımızın bir göstergesidir bu soykırım!

Bizi Gazze ile tarttılar ve bir soykırımı durduracak kadar bile bir ağırlığımızın olmadığı ortaya çıktı.

Sonra Gazzelilerin kanlarını ve etlerini tarttı modern dünya ve tüm üzerinde tepindiği değerleri çöpe atma kararı aldı. Halklarının sokakları dolduran feryatlarına kulak tıkadı Siyonist kölesi düzenlerin, Siyonist köpeği idarecileri.

Gazze bir turnusol oldu ve dünyanın kalitesi ortaya çıktı. Yaşamaya değer bir yer olmadığı bilmem kaçıncı kez yine ve yeniden anlaşıldı.

Dünyanın herhangi bir yerinde O’nu sevenler ve çokça salavatlar getirenler katliama uğrarken Nebi(sas)’in huzuruna çıkma ve selam verme cüretinde de bulunduk. Medine her zamanki gibi sakin ve dingindi. Medine hicretten on yıl sonra yaşadığı ayrılığı hala sindiremeyenlerin hüzün ve hürmetlerinin sokaklarına döküldüğü bir şehir. Medine O’nun haremi ve O’na hasret kalanların can vermeden buradan nasıl çıkılır diye kara kara düşündüğü herhalde dünyamızdaki tek şehir.

Gezdiği yerlerde gezdik, bastığı yerlere bastık ve fakat boynumuzda hep Gazze’nin ağırlığı ile başımız öne eğik kaldı. Seni sevenler için dünya belalara hazır olma yeridir demesinden biliyorduk Gazzelileri.

Onlar Rasulullah(sas)î seviyorlardı, Allah(cc) da onları sevdi ve şehitler olarak katına almayı murad etti.

Ebedi hayat onlarındır biiznillah.

Mekke’de yağan yağmur Gazze’ye ağlayan gökleri yere indirdi. Mekke ablukaların, işkencelerin tarihini hatırlayan şehir, Gazze için taşları ağlayan şehir. Kâbe bugünlerde her zaman olduğundan daha mahzun ve daha bir heybetle karşıladı bizi. Zalimin taşlarla duvarlarını yıktığı günü yeniden yaşar gibiydi Kâbe!

Daha ötesini gidip görün derim imkanı olanlar için. Anlatılmaz zira…

Gazzeliler nasıl bir vahşetle savaştıklarını insanlığa anlatmak için canhıraş bir şekilde çırpınıyorlar ama maalesef karşılarında seslerinin ulaştığı çaresiz ve güçsüz halklardan başka bir mekanizma bulamıyorlar.

Biz onları yalnız bıraktık, Allah onlara ikramda bulunsun.

İsrail çok rahat istediğini yapıyor, kimsenin onlara engel olmaya cesaret edemediğini görüyor. Gazze’nin ardında bir ümmet olmadığını anladı. Abd ve tüm batının korumasında kardeşlerimizi bize göstere göstere parçalıyor.

Bunun mutlaka bir karşılığı olacak, bu böyle bitmez, bitmeyecek.

Daha net anlaşıldı ki, batıda kimsenin savaş etiği gibi bir derdi yok. Doğuda da Kudüs ya da Filistin meselesini onur sebebi gören kalmamış. Hepsi boş laftan ibaretmiş. Elimiz böğrümüzde kaldık, aptal gibi seyrediyoruz olanları.

Arap ülkelerinin tamamı İhvanı Müslimin’den ve onun metoduyla halk arasında yayılan yapılardan korkarlar. Hamas onlar için bu korkunun zirvesi. saltanatlarına zerre halel gelme ihtimali bulunan hiçbir oluşumu desteklemezler. Onların şerefleri develerinin sırtında, koruyacakları tek şey o.

Aslında şaşacak bir şey kalmadı; Esed’in adam yerine konduğu ortamda mazlumlara sahip çıkılma ihtimali yok.

Soykırımcı emperyalist batının hakem olduğu kavgada adil bir savaş olma ihtimali yok.

Tahtlarına tapan kralların dünyasından bir Mu’tasım çıkma ihtimali yok.

Batılılar Gazze savaşı başladığından bu yana en ağır haberleri bile sıradanlaştırıyorlar. Cami, kilise, hastane, pazaryeri gibi sivil terimleri düşman karargâhı havasında vererek halklarının bilinçlerini zehirliyorlar. Her şeyi normalleştirdiler.

Her şeye rağmen, Müslümanların yüksek sesle dillendirdikleri hakikatlere sahip çıkacaklarına inanmaya devam ediyorum, umudumu kaybetmiyorum.

Bütün kırık döküklüğümüze rağmen ümmet olmanın cevherini içimizde taşımaya devam ettiğimize inanıyorum.

Hakikatin kavgasının asla bitmeyeceğinden eminim.

Tarih; Afganistan'dan Endülüs'e, Kırım'dan Yemen'e bizim yaptıklarımızla onların yıktıklarının hikayesidir. Yaşananların özeti de budur!.. Biz yine yapacağız her şeyi yeniden ve en baştan!

İbn Kudame şöyle demişti:

"Evinde ailesiyle güven içinde oturan biri, Allah(cc)’e ve lütfuna, denizde bir tahta parçası üzerinde olan kimseden daha az muhtaç değildir."

“Denizde tahta parçası üzerinde olan” kısmını “Gazze’de bombardıman altında” diye değiştirerek okuyabiliriz. Biz kendi derdimize yanalım!

Ahlaki üstünlük her zamanki gibi Müslümanlarda! Bizi mahcup etmeyen Allah(cc)’a hamdolsun. Gazze’nin delikanlılarına teşekkürler.

Bize imanı, ihlası, sabrı ve cihadı öğretiyorlar!

Dünyaya İslam’ı anlatıyorlar!