Doğayla iç içe, sessiz ve sabır isteyen bu hobinin hem zihinsel hem de duygusal rahatlama sağladığını savunan Hartog, özellikle şehir yaşamının baskısından bunalan herkese oltayı eline almayı öneriyor.
“SADECE BALIK TUTMUYORUM, RUHUMU DA DİNLENDİRİYORUM”
Yılda birkaç kez Hollanda’nın çeşitli kıyı bölgelerine ve sakin göllerine ya da Fransa gibi değişik ülkelere giderek balık tuttuğunu belirten Hartog, bu zamanları sadece bir hobi olarak değil, neredeyse bir terapi olarak gördğünü dile getirerek şöyle diyor: “Hafta sonları bazen sabahın beşinde uyanıyorum, tüm ekipmanımı hazırlayıp gün doğmadan önce kıyıya ulaşıyorum. O anlarda zaman duruyor gibi... Elinde oltayla suya bakmak, sabırlı olmak zorunda kalmak insana büyük bir iç disiplin kazandırıyor. Ve fark etmeden zihninizdeki bütün dağınıklıklar yok oluyor.”
BALIK TUTANLARIN ORTAK TUTKULARI
Bas Hartog, balık tutkunlarının genellikle belli ortak alışkanlıkları paylaştığını belirterek şunları sıralıyor:
- Farklı balık türlerini araştırmak: “Her mevsimin, her suyun balığı başka. Hangi yemin hangi balığı çekeceğini öğrenmek bile ayrı bir heyecan.”
- Ekipman merakı: “Olta kamışları, makineler, yemler... Bir balıkçının malzemeleri en az kendi kadar sabırlı ve özenli olmalı.”
- Sabahın erken saatlerinde ava çıkmak: “Balıkçılar bilir, gün doğumu altın saatlerdir. Havanın sessizliği ve suyun duruluğu eşsizdir.”
- Kıyıdan ya da tekneden balık tutmak: “Kimi zaman iskeleden beklerim, kimi zaman bir tekne kiralar açık denize çıkarım. Her ortam farklı bir deneyim.”
- Balığı bırakmak ya da tüketmek: “Ben genelde yakaladığım balığı suya geri bırakıyorum. Ancak pişirip dostlarıyla paylaşanlarda var. Bu tercih meselesi ve ikisi de başka bir keyif.”
- Doğayla baş başa kalmak: “En çok da sessizlik. Su sesi, kuşlar, rüzgar... Modern hayatın içinde çok az şey bunu sunabiliyor.”
- Balık hikâyeleri paylaşmak: “Her balıkçının abarttığı bir hikâyesi vardır, bu da işin eğlenceli kısmı.”
“STRES İÇİN İLAÇ DEĞİL, OLTA GEREK”
Bas Hartog’a göre balık tutmak sadece bir spor ya da boş zaman etkinliği değil; aynı zamanda içsel bir denge kurma biçimi. Giderek dijitalleşen, hızlılaşan ve karmaşıklaşan dünyada insanın kendiyle baş başa kalabilmesinin değerine vurgu yapan Hartog, şöyle diyor: “İnsan bazen hiçbir şey yapmadan beklemeyi öğrenmeli. Oltayı suya atıp sessizce beklemek, bir tür meditasyon. Stresli bir günün ardından bunu yapmak insanı sıfırlar. Herkesin kendine bir balık noktası bulması lazım.”
“STRES İÇİN İLAÇ DEĞİL, OLTA GEREK”
Bas Hartog’a göre balık tutmak sadece boş zaman etkinliği değil; modern hayatın yüklerini dengeleyen güçlü bir terapi biçimi. Özellikle şehir yaşamında, toplantılarla dolu günlerin, sürekli e-posta akışının ve dijital dikkat dağınıklığının yarattığı zihinsel yorgunluğu, doğada balık tutarak sıfırladığını söylüyor.
“İş hayatı genellikle sürekli tetikte olmayı gerektiriyor. Bir e-postayı kaçırmamalısınız, bir toplantıya eksiksiz hazırlanmalısınız, bir proje gecikmemeli... Bu durum zamanla vücudunuzu ve zihninizi hep ‘alarm’da tutuyor. İşte bu yüzden, su kenarında tek başına oturmak, sessizce beklemek, sizi o alarm durumundan çıkarıyor.”
Balık tutarken hiçbir şeyin acelesi olmadığını, beklemenin doğrudan bir kazanım olduğunu vurgulayan Hartog, sözlerine şöyle devam ediyor:
“Suya bakarken telefonunuzu unutuyorsunuz. Zamanla birlikte nefesiniz de yavaşlıyor. Kalp ritminiz düşüyor. Hatta farkında olmadan bir tür meditasyona geçiyorsunuz. Balık tutmak, farkındalıkla yapılan sessiz bir direniş gibi: modern hayatın dayattığı hız ve üretkenlik baskısına karşı bir yavaşlama hali.”
Bilimsel araştırmaların da açık havada geçirilen zamanın kortizol (stres hormonu) düzeyini düşürdüğünü ortaya koyduğunu hatırlatan Hartog, bu yüzden özellikle stres yaşayanlara şu tavsiyede bulunuyor:
“Sadece spor salonuna gitmek yetmez. Zihninizi de serbest bırakmalısınız. Eğer stres yönetimini gerçekten öğrenmek istiyorsanız, doğaya çıkın. Elinize bir olta alın. Gerekirse hiç balık tutamayın. Yine de eve daha hafif bir kalple döneceksiniz.”