Zamanlar ve mekanlar çok yiğit gördü, çok melik, hükümdar, sultan gördü. Pek azı hariç sultanlar, saltanatın debdebesine, gücün şehvetine yenildiler. Dünya avuçlarına konulan bu adamların imtihanları elbette adları gibi büyük oldu. Hep sevapların güçler nisbetinde işlendiği düşünülse de aslında günahlar daha çok gücümüzün yettiği kadardır. Sultanların hele de Osmanlı sultanlarının otorite ve saltanatlarının gücü düşünüldüğünde ona sahip olan herhangi birinin sapmaması, azıtmaması bile başlıbaşına büyük bir marifettir.

Bu sebepledir ki; Osmanlı sultanlarını değerlendirirken gözardı etmememiz gereken şey, onların yaptıkları kadar aslında yapmaya imkanları olduğu halde yalnız Allah için geri durdukları işleri de hatırlamak olacaktır. Güç ve saltanat, para ve imkan gibi firavunlaşmanın yolunu en hızlı açan anahtarları belinde taşıyarak ama şeytana karşı beli bükülmeden bir ömür sürmenin ne büyük bir marifet olduğunu onların yaşadıklarını hayal bile edemeyen bizlerin anlaması pek kolay değil aslında. Belki yaz ortasında oruçlu bir adamın yorgun bir günün ikindisinde soğuk bir su pınarının başında Rabbi ile başbaşa kalmışlığı bir nebzecik bize daha yakın bir örnek olur. Yalnız Allah için kuru dudaklarla soğuk suyu seyretmek gibidir saltanatta iken dünyaya dalmamak zira...

İşte bu kahramanların belki de en müstesna örneklerinden birinden bahsediyoruz:

Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu, İslam’ın 74. ve Osmanlı’nın ilk halifesi Sultan Beyazıd Han oğlu Sultan Selim Han.

Hayatı ve mefkuresi ile devrine ve dünyaya önderlik etmiş büyük Sultan!

Cengaverliği ve dirayetiyle ile dünyaya nam salmış Yavuz Sultan!

Kelimeleri şiirleştiren dilindeki maharetin belindeki kılıçla yarıştığı yetkin ve yetişkin arif Selim Han!

Allah’ın dünyayı ayaklarını altına serdiği kadar dünyalıklardan uzak kalmayı başarmış zahid kemter kul Selimi!

Sahip olduğu kişisel ve devletsel tüm varlık ve gücünü kuru saltanat davasına değil Allah’ın rızasına ram eden mü’min ve salih kul!

Yaşadığı devrin dini ve dünyevi sıfatlarının en büyüklerini şahsında toplayan Halifeyi Ruyi Zemin ve Padişahi Ali Osman iken Hadimul Harameyn olan mütevazi Kaan!

Nasılların ve niçinlerin çok ilerisinde bir dava ve cihad adamı! Yavuz Sultan Selim Han...

Tacını ve tahtını terketmeden masalsı bir dervişlik timsali! Dünyanın hazinelerini getirdiği payitahtına alkışlardan korunmak için gece karanlığında gizlice girecek kadar hem de.

Zamanında attığı adımları ve katettiği mesafeleri ile devirlere işaret ve ilham olan bir devlet adamlığının yanısıra siyaset ve askeri dehası ile 8 yıl gibi kısa bir süre kaldığı hükümdarlık makamından tüm dünyayı emrine boyun eğdiren Sultan’ın özellikle idaresi altına aldığı bölgeye bugün bakıldığında yaptıklarının anlamak için çok fazla bilgi ve yeteneğe bile ihtiyaç yoktur.

Sultan Selim’in 1517’de idaresine aldığı Filistin topraklarının kontrolden çıkacağı 1917 yılına kadar 400 yıllık bir selamet ülkesi olarak kaldığını bilmek o kadar çok şey anlatır ki...

Sultan Selim’in yaptıklarının değerini anlamak için gerçekten çok uzun zamanlar geçmesi gerekmiyorsa da geçen her asır 8 yılının herbirinin bir asra müsavi olduğunu bir kez daha tasdik etmektedir.

Sultan’ın İran/Safevi devletine boyun eğdirdiği seferi öncesi ve sonrası ile hem o devirde hem de halen tartışılmaktadır. Oysa Sultan’ın büyük ideal için hem de o sefer sırasında çocukluk arkadaşı Hemdem Paşa’nın kellesini Şah İsmail’in peşinden gitmekten bıkan, yorulan ve geri dönmek isteyenlerin önüne attığını düşünürsek kararlılığını anlayabiliriz.

Evet, Sultan Selim, Safevileri bir daha kalkamayacak şekilde diz çöktürmek için önüne çıkan herkesi ezip geçmiştir. Tarih anlatanların durduğu yere göre anlamlandırıldığından herkesin üzerinde ittifak etmesi beklenecek bir objektif gerçekliği olmayan bir bilgidir.

Tarihin sonuçları objektifliğinden daha kolay görülecektir. Osmanlı-Safevi sınırının en az savaş yaşanan bölge olması da Sultan Selim Han’ın ayak izlerinin derinliğindendir.

Bugünlerde İran’ın emperyal hayallerle bölgeye ateş döktüğü ve aslında Safevi faşist temellere dayalı mezhep politikaları bugün Yavuz’un izlerinin silinmesinin doğal sonucudur. Şahitlik ettiğimiz tarih aslında bir ‘Sultan Selimlik’ daha aramaktadır. Bu kısmını siyaset analizcilerine bırakıp Sultan’ın Ehli İslam için, Ehli Sünnet için açtığı selamet ve esenlik yolunu derin bir hasretle seyredelim.

Bugün yaşadığımız toprakların ve çevresinin yüzyıllar süren ve hatta Osmanlı’nın en zayıf dönemlerinde bile bir daha geçmiş fitnelerin, fesatların ve saldırganlıkların yaşanmamasını temin eden şey Sultan Selim’in büyük zaferlerle diktiği selamet ağacının gölgesiydi. Osmanlı çınarı yıkılıp gölgesi bu bölgeden uzaklaştığından bu yana yaşananlar kaybettiğimiz güzelliğin şahididir.

İslam’ın en mühim siyasi otoritesi hiç şüphesiz hilafettir. Sultan Selim eliyle Dersaadet’e taşınan hilafet bir şekilde ortadan kaldırılacağı 20. yüzyıla kadar mukaddesatımız için hizmetkar bir anlayışla temsil edildi. Son halife Abdulmecid Efendi’nin sürgünde Avusturya’da ikamet etmek zorunda kaldığı otelin masraflarının Hindistan müslümanlarının tayin ettiği parayla ödendiği bilgisi bile Osmanlı halifelerinin ümmet nezdindeki itibarına örnek olarak yeterlidir. Hilafetin ümmet için değerini anlamamız için birilerinin onu sahneden silmesi gerekmişti de o gün bugündür bu hasretle yaşıyoruz. Sultan Selim’in pek çok emaneti gibi onu da heba ettik heveslerimize...

Bu cümlelerdeki ‘biz’ elbette ne sadece bir ırk ne de sadece bir bölge halkıdır. Bu biz, devasa coğrafyalarımızın mahzun ve mahrum halklarının tamamıdır. Hatta sadece müslüman olanlar değil diğer inançların mensupları da hilafetin gölgesinden mahrumiyetin ateşlerinde yanmaktadır.

Selim Han’ın görüntüsü hakkında bile doğru bir kanaat oluşturamamış olmamız ise ayrı bir tuhaflıktır. Hayatı boyunca Ehli Sünnet üzere bir akide ve amelde bulunma hususunda çok hassas olan Sultan’ın sakalsız, bıyıklı, küpeli hatta Kızılbaşlara has kızıl sarık üstüne taçlı resimlerle temsil edilmesi belki de hatırasının anlaşılmayışının en net alametidir. Öyle ya hükümdarlığı boyunca belindeki saltanat alameti tokadan başka takı, parmağındaki mühürden başka yüzük ve başındaki sarıktan başka başlık yahut taç takmamış Hadimul Harameyn Selim Han ile resmedilen ve aslında her yönüyle onun perişan ettiği Şah İsmail’e benzeyen şahsın o imiş gibi yayılması belki de ona yapamadıklarını hatıralarına yaparak tatmin olan düşmanlarının eseridir.

Selim Han, herşeyden önce mert bir yiğitti! Sünnete ittiba ve Ehli Sünnet’in istikbal ve selametinden başka bir hayat gayesi olmayan bu güzel adamın hatırlarımızda siretine yakışır bir surette kalmış olması gerekirdi...

İslam coğrafyasında ‘vahdet’ pazarlamalarının çokça sattığı günleri yaşarken Sultan Selim Han, vahdetin nasılını tarihe nakşedip gitti. İslam’ın ilk örnek nesli sahabenin en kıymetlilerine küfretmeyi inançlarına temel alan Kızılbaş taifesine ve hatta onlara destek verenlere ‘kardeşlik’ atfederek kurulması muhtemel olanın bir vahdet değil ancak zahmet olacağını akıl sahipleri idrak edecektir. İşte Sultan Selim Han itikadı küfretmek ve hakaret üzere kurulu bu taifeye paye vermek yerine hak ettikleri gibi muamele etmiştir. Onlardan güzellikle ülkesinin halkı olarak kalanlar adalet ve refah ile yaşamış, fitne ve isyan ile meşgul olanlar ise kalkıştıkları işin sonucuna uğramışlardır. Esasen hem isyan edip hem de öldürüldüğü için ağlamak namertliğin bir başka türüdür. Başını bir davaya doyan, o başın o dava yolunda gitmesinden dolayı neden ağlasın?

Şüphesiz dünya Selim Han’ı keskin kılıçlı bir yiğit olduğu kadar mütevaziliği ve sadeliği ile de hep yadedecek. Ve şairler onun yazdığı şiirlere özenecek!

‘Tarih tekerrür eder’ tespitini pek çok şeyin yanında bir daha bir Selim Han tarih sahnesine çıkar umuduyla doğru kabul ediyorum.

Belki bizim zihinlerimizde Yavuz’un silueti yok ya da yanlış ama düşmanlarının kinlerinin tazeliğini görmemek mümkün değil. Onların gözünde Sultan her gün bir İran seferine daha çıkıyor ya da Mercidabık’ta yeni zaferler kazanıyor. Bazıları ise onu hala Sina Çölü’nden ordusuyla geçen büyük serdar olarak görüyorlar.

Öyle izler bırakmıştı Sultan geçtiği yerlerde, öyle derin hatıralar bırakmış ki ne dostları ne düşmanları onu asla unutmadılar, unutmayacaklar. Kafkasya’dan Yemen’e, Irak’a, Suriye’ye ve Filistin’e akan kanları görenler ve bunu dert edinenler Yavuz’u hasretle selamlıyorlar.

Allah, Sultan Selim Han’a rahmet eylesin. Biz ona rahmet okuyalım, umalım ki Allah, bir Yavuz ile daha ehli İslam’a rahmet eyler.