Gerçek barış, suskunlukla değil; adaletle korunur. Eşitlik olmadan huzur, adalet olmadan birlik kalıcı olamaz.
Silahların sustuğu her toprak, sadece sessizliğe bürünmez; aynı zamanda sınanır. Gerçek barış, mermilerin değil, merhametin konuştuğu andır. Bir ülke, yıllar süren acıdan, ayrılıktan, yıkımdan sonra yeniden nefes aldığında; asıl sınav o zaman başlar: İntikamla mı, adaletle mi yürüyeceğiz? Unutarak mı, onararak mı?
Bugün Türkiye, uzun bir karanlığın ardından, yeni bir sabaha uyanıyor.
Yıllar boyunca binlerce ocağın sönmesine, yüzbinlerce kalbin yanmasına sebep olan o kirli düzen artık dağılma sürecine girdi.
Silahlar sustu; ama asıl mesele, kalplerin nasıl konuşacağıdır.
Çünkü gerçek huzur, sadece susmakla değil; doğruyu konuşmakla gelir.
Tarih boyunca nice kavimler, nice milletler çatışmalarla sarsıldı.
Ama onları ayakta tutan, düşmanı yenmeleri değil, nefislerini yenmeleriydi.
Bugün bizim için de mesele budur:
Kardeşin kardeşe güvenini, insanın insana hürmetini yeniden kurmak.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
“Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah'ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, âdaletli davrananları sever.’’ (Hucurât, 49/9)
Bu ayet sadece bir öğüt değil, bir devlet ilkesidir. Çünkü barış, gücün değil, adaletin eseridir. Adalet ise duvar değil, köprü kurar. Ve o köprüden geçebilen milletler, geleceğe güvenle yürür. Tarihte nice milletler savaş meydanlarında değil, adalet terazisinde kaybetti. Çünkü silahla kazanılan zaferler geçicidir; adaletle kurulan barışlar kalıcıdır.
Devletin önündeki en büyük sorumluluk, bu süreci adalet, eşitlik ve kararlılıkla yürütmektir. Barış, gevşeklikle değil; güçlü bir hukuk ve tarafsız bir vicdanla korunur. İhmal edilen her yara yeniden kanar. Bu yüzden süreci yönetenlerin dili kadar, tutumu da ölçülü olmalıdır. Bir kesimi kayırmak, diğerini dışlamak değil; herkesi aynı adalet terazisine koymak gerekir.
Unutulmamalıdır ki bu topraklarda Türk de Kürt de, Laz da Arap da sadece birer kimlik değil; ortak bir kaderin farklı renkleridir. Biz, aynı ezanın yankısına, aynı toprağın kokusuna, aynı acının sesine sahip bir milletiz. Bu ülke, farklı köklerin değil; ortak vicdanın adıdır. Üstünlük ne soyda, ne dilde vardır; ancak takvada, ahlakta ve adalette vardır.
Bugün bize düşen; Silahları değil, kalpleri susturan korkuyu kaldırmak. Yeniden güvenmeyi, yeniden inanmayı öğrenmek. Devlet aklıyla, millet vicdanını buluşturmak. Barış, yalnızca bir antlaşma değildir; bir ahlaktır ve ahlakın olmadığı yerde hiçbir antlaşma uzun sürmez.
Bu yüzden “terörsüz Türkiye” demek, sadece silahların susması değil; insanın insanı yeniden anlaması, merhametin yeniden yürürlüğe girmesidir. Artık bu topraklarda hiçbir çocuk korkuyla büyümemeli, hiçbir ana evladını dua yerine endişeyle uğurlamamalı. Çünkü biz bu ülkeyi taşla değil, vicdanla yeniden inşa edeceğiz ve o zaman, gerçekten terörsüz bir Türkiye doğacak.
Sadece sessiz değil; adil, huzurlu ve onurlu bir Türkiye...