2- TARİKAT, STK, CEMAAT VE PARTİLERİN DAYATTIĞI DİN

Daha önce işlediğimiz 8 yazı, genel olarak din ve devletin diyanet üzerinden dayattığı dindi. Şimdi de kısaca tarikat ve benzeri yapıların oluşturdukları Sapık dini anlayışı tanıtmaya çalışacağız.

“Tarikat ve tasavvufun teorideki iddiasına diyecek çok lafımız yoktur zira tasavvufu; Allaha ulaşmanın yollarını aramada gösterilen efor olarak tanımlamaktadırlar” ki. Buna kimsenin itirazı olamaz.

Halkın anladığı kadarıyla tasavvuf; “dinin özüne inmek, hakiki ve faydalı Müslüman olmaktır”.

Tasavvuf, fâni olan her şeyden yüz çevirip, baki olana bağlanmaktır.

“Tasavvuf, dinin emirlerine uyup, yasaklarından kaçınarak kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak demektir.”

“Tasavvuf, sünnet-i seniyeye yapışmak ve bidatlerden kaçmaktır.”

Başka bir ifadeyle" hikmeti yakalamak, İslam’ı bir bütün olarak özümsemek, zühd ve takva sahibi olmak, seyru suluk dairesi içinde zikir ile meşgul olmaktır”.  Bu tanım ve gösterilen hedeflere karşı durmak akıl karı değildir elbette. Lakin;

Pratikteki tarikatın tezahürü ve gidişatı hiçte teorik tarifine uymamaktadır. Sünneti yaşamak ve ihya etmek şöyle dursun. Bırakın hurafe ve bidatlere karşı durmayı, maalesef, bizatihi tarikatların kendisi her türlü bidat ve hurafenin kaynağı olmuştur adeta…

Sünneti ihya olarak tarif edilen tarikatlar, maalesef bidatlerin üretim merkezi olmuş ve tarikatlar sünneti unutturan kurumlar haline gelmiştir.

Bu arada tarikatları din (yanlış din) olarak tarif etmemiz, bazı bidatleri işliyor olmalarından değildir. Gerek itikadı gerek ameli ve gerekse ahlaki kuralları ile İslam ile taban tabana zıt teorileri, inanç ve amel olarak kabul etmelerindendir.

Türkiye’de revaç bulan sapık dinlerden bahsederken tarikatları da bu kategoride değerlendirmemizin nedeni daha bariz hataları işliyor olmaları ve bu hataları vazgeçilmez olarak itikad etmelerinden ötürüdür. Buradaki sorun daha derinlere dayanmaktadır.

Bir cemaat veya tarikatın birden çok doğrusu olması, dediklerinin hepsi doğrudur anlamına gelmez…

Bakın kardeşlerim

Bidatler; kitap ve sünnette yeri olmayan, fakat sonradan ortaya çıkarak sanki dinde yeri varmış gibi algılanan yanlış görüş ve davranışların ibadet kastıyla yapılıyor ve söyleniyor olmasıdır.

Hiç kimse Kuran’da olmayan ve peygamberimizin uygulamadığı bir şeyi İslam dinine ekleyemez. Biz dinimizi, peygamberimiz Hz. Muhammed nasıl yaşıyorsa o şekilde yaşamalıyız. Onun uygulamalarına, niyetimiz iyi de olsa muhalefet edemeyiz.

Dine iyi niyetle de olsa bir şey eklemeye ya da çıkarmaya hakkımız yoktur ve olamaz. Eğer birileri peygamberimizin uygulamalarında olmayan bir konu hakkında fikir beyan ediyorsa o merbuttur.

Müslümana yakışan, toplum ne düşünürse düşünsün, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırmak ve yanlış davranışlardan kendini korumaktır.

Eğer bir meselenin delili, kuran, sünnet, fıkıh veya sahabenin uygulamasına dayanmıyorsa o iş batıldır. O batıl, din adına kabul görmüş ve ibadet niyeti ile işleniyorsa, oda bidat tır. İşleyeni günahkâr ve fasık kılar.

Amma velâkin ileride açıklayacağımız üzere batıl hatalar inanç haline getirilmiş, Müslümanlığın kriterleri ve vazgeçilmezleri arasına konulmuşsa, bu artık bir bidat olarak kalmaz şirk barındıran bir sapıklık olarak şekil bulur.

Maalesef tarihte de şahidi olduğumuz üzere Hallacı Mansur ve İbni Arabî gibi şahıslarında aralarında olduğu bazı zevatın, dinin zahiri ile çelişen bazı egzotik (Tanrı’nın varlığını, birliğini, niteliğini ve evrenin oluşumunu varlık birliğiyle, yaratılanla yaratanın bir oluşu, aynı kaynaktan gelişi anlayışıyla açıklayan dinsel ve felsefi bir akım ) gibi söylemlerle batıl çığırlar açtıklarına şahit olmaktayız.

Bunların oluşturdukları batıl akımlar gibi, bugün dahi birçok tarikatın büründüğü mecralar din haline gelmiştir, sorgulanamaz, akıl erdirilemez, batıl bir iş olsa dahi şeyh buyurmuşsa vardır bir hikmeti… Teslimiyeti ve her şeyinde bir hikmet aranılan İslam gizemciliği…

Şimdi bu tarikatların inanç, ibadet ve ahlaki gelişmeleri ile oluşturdukları ve topluma dayattığı dinin kaidelerini maddeler halinde sırasıyla yazalım;

1- GAVS; GAVS ETRAFINDA OLUŞTURULAN TEHLİKELER; tarikat erbabının gavs dedikleri uyduruk hayali varlığa yükledikleri anlam, Mekke müşriklerinin lat, uzza veya menata yükledikleri anlamından daha şiddetli ve kavi bir şirk barındırmaktadır.

Zira Tasavvufta; kâinatın yönetiminden sorumlu olduğuna inanılan veliler örgütünün başı olan bir zat var, ve bu kişiye kutbu'l-aktâb yani kutupların piri anlamına gelen bu şahsa ayni zamanda GAVS denilmektedir.  Bu GAVS; Her istediğini oldurtabilen, her şeyden haberdar olan darda olanların imdat kelimesi ile anında yardımına koşabilen, kâinattaki hadiselere avucunun içine egemen olduğu gibi egemen olan, kâinata hükmedebilen bir yapıya sahiptir. Bu zat yağmurda ıslanmaz, gölgesi yere düşmez, istediği anda istediği yerde olabilir...

Bu zat ayni zamanda “Tayy-ı mekân ve Bast-ı zaman a sahip olup”, ilk insan âdem den kıyamet sabahına kadar, bu zaman diliminde seyahat edebilmektedir. Bu zaman diliminde vuku bulan her şeyi bilebilmektedir. Bu zatlar için mekân mefhumu yoktur, her an her yerde olabilme kudretine haizdirler. İstediği zaman peygamberle görüşebilen, emirleri direk Allahtan alan şahıstır gavs…

Bu ve benzeri binlerce sapıkça düşünce çerçevesinde oluşturulan yapıya her ne kadar tasavvuf ve tarikat denilse de, haddi zatında bu yapı ve düşünceler, inanç ibadet ve ahlaki yapıları ile İslam’dan uzak birer din haline gelmişlerdir.

Yüce Allah’ın ifadesi ile‘’Onlara neden Allah tan gayrisini dost edinip tabi olmaktasınız diye sorulduğunda onlar; “Biz bunlara, sırf bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz” derler. Şüphesiz Allah, kıyamet günü onlara, arasında gerçeklerden sapıttıkları her konuda, mutlaka hüküm verecektir. Çünkü Allah, yalan söyleyen ve kendisinden gelen gerçekleri örtbas etmekte ileri giden hiçbir kimseyi, doğru yola iletmez.’’

Mekke müşrikleri taptıkları nesnelerin aslında birer nesne olduklarını bilmekte idiler, Allah’ın bu nesnelere tecelli ederek kendilerine bu nesneler aracılığı ile merhamet edip rızık verdiğine inanıyorlardı.

Yoksa onlar sadece taş olduğu için o putlara tapmıyorlardı.

Öyle olsa idi adamlar dağlara taparlardı veya beraberlerinde putlarını taşımaz her gördüğü taşa put diye saygı gösterirlerdi.

Şimdiki tasavvuf erbabı ise kerameti direk şeylerinden bilerek şifa ve inayeti şeyhlerinde bilmekte dara düştüklerinde direk ya şeyhim veya gavsim diyerek şirkin en koyusuna saplanmaktadırlar…

Konumuz devam edecektir.