Varsa eğer bu köşeyi takip edenler farkındadır, uzun zamandır yazmıyorum. Sözün tesirinin olmadığı ama susmanın da gönle uymadığı bir zaman dilimindeyiz. Herkesin her konuda konuştuğu ama kimsenin kimseyi dinlemediği bir ortamda boşluğa taş atar gibi çok söz etmenin de bir anlamı kalmadı.
Geldiğimiz noktada manzara çok açık ve çok vahim.
Gazze halkı hepimizin gözleri önünde yok ediliyor. Bırakın herhangi bir müdahaleyi herhangi bir şekilde silah yardımını, artık yiyecek malzemeleri de ulaştırılamıyor. Bu son cümle bir çoğumuz için sıradanlaşmış olsa da açlıktan ölümlerin başlaması ve bunu da görmezden gelerek vardığımız yer, bir yok oluş ve tam bir katliam sonrası Gazze’nin batı planlarına uygun olarak boşaltılmasına gidiyor.
Buna engel olacak herhangi bir siyasi ya da askeri gücün olmadığı da vakıa!
Anlaşılan ve yaşanan şu ki; Siyonist rejim ve destekçileri istediklerine ulaşmak için önlerinde engel gördükleri Gazze halkını topyekûn sürgüne ikna edinceye kadar öldürmeye devam edecekler. Bizim yapabileceğimiz ne var sorusunun cevabı da hepimizce malum. Boykot yahut siyasi liderliklere çağrıdan öte bir adım atma ihtimalimizin olmadığını kabulleniyoruz.
Müslümanlar ülkelerinin idarecilerine müdahale çağrısını bile çok cılız bir sesle yapabiliyorlar. Özellikle ülkemizde bu durum daha da can yakıcı boyuta indi. Gerçi ülkelerimizin de böyle bir adım atamayacak kadar temkinli ve titiz olduğu malumunuz.
Özetle kimse müdahale edemiyor, kınamadan öte geçemiyor. Bu gerçek ayan beyan ortada!
Dahası kimse Gazze’ye un dahi sokamıyor! Bırakın başka şeyleri. Su ve un bile gönderemiyoruz.
Gerçi göndersek ne olacak?
Gazzeliler aç değil tok olarak öldürülecekler.
İktidarlara saldıranlar, cihad çağrısı yapanlar, bireysel eylemlerle ses getirenler, Gazze katliamı üzerinden kendini temize çıkaranlar, üstüme düşeni yaptım edasıyla gerinenler…
Hiçbirimizin iraptan mahalli yok!
Sesimizin, yürüyüşlerimizin, eylemlerimizin yankısı yok! Zaten karşıki dağlara da ulaşmıyor.
Son tartışmalar Gazze’den hicretin caiz olup olmadığı, bu fikrin batı planlarıyla uyuşmasının ihanet alameti sayıldığı gibi köşelere savrularak devam ediyor.
Bir konuda kafamızı netleştirelim. Batının planlarının bizim nezdimizde kabulü söz konusu bile olmamalı. Onların planlarının aksini gerçekleştirmek için savaşmalıyız. Kelimenin tam anlamıyla savaşmalıyız. Zira batının planlarının bizim günümüzü ve geleceğimizi mahvetmek hedefine yönelik olduğunu çok iyi biliyoruz.
Ancak bir konuda çaresizlik tepelerinde dolaşırken çözüm yolları düşünmenin ve bunun batı planlarıyla kesişmesinin de ihanetle ya da batıcılıkla ilişkilendirilmesi herhalde çok akıllı bir yaklaşım olmasa gerek.
Gazze ölüyor, Gazze yok oluyor. Slogandan başka fikri olmayan Müslümanlar sokaklarda bağırsın diye bir halkın yok edilişini seyretmeye devam edemeyiz. En azından karar verici mercide olmadığımız için haddimize uygun bir yaklaşım sergilemekle yükümlüyüz.
Elimiz ermiyor, gücümüz yetmiyor. Ama devletler ama liderler ama alimler ama emirler diye uzatılan cümleler Gazze’yi kurtarmıyor!
Kabul edelim; yenildik. Bir kez daha Gazze’de biz yenildik. Yenilmeyen Gazzeli bir avuç kahraman kaldı. Onlar da son nefeslerine kadar savaşmaya devam edecekler. Onlar da son nefesini verdiğinde bu iş batının istediği noktaya gelecek. Allah’ın planı ise işlemeye devam ediyor. Batının ve batılın planlarını mutlaka tersyüz edecek ve hakkın galebesine yol açacaktır. Biz bu hakkı temsil etme selahiyet ve haysiyetine sahip olduğumuz gün mutlaka netice alınacaktır.
O zamana kadar Gazze halkına oturun ve ölün, savaşın ve ölün, aç kalın ve ölün gibi sonuçta mutlaka sonu ölümle biten bir teklifle gitmemizin ne dinen ne de siyaseten bir izahı yoktur. Elbette dünya hikayemizin sonunda hepimiz öleceğiz. Bu kişisel bir meseledir. Bir toplumu ölüme mahkûm etmek ve seyretmek ise büyük bir vicdansızlık ve zulümdür.
İşin ehli ile yaptığımız mütalaalar sonucunda; fıkhen Gazze gibi bir beldede kalarak ölümü beklemenin caiz olmadığı ve hicretin vacip olduğu görüşü tartışmasız bir fetva olarak ortaya çıkıyor. Her şeye rağmen bir toprakta kalmak ve yok edilmeyi göze almak gibi bir cihad anlayışı olmadığı da tespit ediliyor.
En net olan ise Mekke’den bile hicret edilebileceği ancak tekrar toparlanıp fethin hedef olarak, niyet olarak belirlenmesi gerektiği ortaya konuyor.
Gazzeliler nezdinde sözümüzün bir değeri kalmadığı ihtimali üzerinden bakarsak, onlara yapacağımız herhangi bir hicret çağrısının da karşılık bulma ihtimali çok düşüktür. Gerçi alimlerimizin yayınladığı cihad çağrısı geri kalan Müslüman dünyada herhangi bir karşılık bulmadı.
Yine her hâlükârda Gazze halkı kendi kararını verecektir. Ancak artık dünya Müslümanlarının alimlerinin muhatabı belirsiz ve yankısı olmayan cihad çağrıları yerine daha başka adımlar atma zamanları gelmiştir.
İslam mefkuresinde esas olan Müslümanların hayatta kalmasıdır. Toprak ya da mescid ne kadar mukaddes olsalar da bir can hepsinden önemlidir ve önceliklidir.
Gazze için bizim makul teklif ya da adımımız, arzu eden kardeşlerimize hicret ettikleri takdirde kucak açmak ve onlara ensar olmaya gayret etmekten ibarettir. Kalıp cihad etmeyi ve ölümü göze alanlara ise duadan evet ellerimizle değil dudaklarımızla dua etmekten başka yapabileceğimiz bir şey maalesef yoktur.
Biz tartışırken çocuklar açlıktan ölmeye, kadınlar enkazlardan çocuklarının parçalarını toplamaya devam ediyorlar. Onların iman, dirayet ve sabrı bizi imrendiriyor ancak bizim amel defterimize yazılacak herhangi bir şey yok. Onların yaptıkları onlara, bizimki bize…