Bazıları sürekli bir yer gezer bir şeyler elde etmek için; kovalamacalar, sürekli hesap-kitaplar, pazarlıklar ve hiç kimse aslolanın ruhunda gezmez. Bunların günü yirmi dört saattir. Oysa bekleyiş , insanın kararsız ve firari ruhunun en güzel en derin tezahürlerindendir. Sabır insan olana giydirilmiş peygamber gömleğidir. İnsanın yolculuğunun menzili uzun solukludur. Topraktan Allah'a doğrudur, ilahi ruha, yüce ve temiz olanadır. Mücadele ruhu hiçbir başka hevesin ağırlaştıramadığı ve kirletemediği gerçek varlığa ve güzel olan ilahi benliğe yaraşır. Günübirlik heveslerden kurtulma çabasında olmalı insan. Allah'ın rızasını kazanmada zaman olmaz, saatler ayarlanmaz, ömrümüze yazılan yol son bulana kadar yürünür. Yol inançlar uğruna tercih edilir çünkü inanç bütün hayatın kaplanmış halidir. Bu yüzden yürümekten asla geri kalınmaz. Bir iş bittikten sonra diğerine başlanır ve hiçbir engel yürüyüşün önünde mani olamaz. İnsan bütün varlıklara nazaran hayatta daha kalıcı bir varlıktır, hayat bitse de o devam etmektedir. Çünkü geride bıraktığı ismi vardır. Yönsüzlük yönüne doğru uçan tanınması zor ve dayanılmaz sorumlulukların yüklendiği omuzlarımız zaman zaman çöküntü üstüne çöküntü yaşar. Ama insanın hareketli hali bu durumu bereketlendiriyor. Bizi yoran, kimsenin umurunda olmayan düşüncelere sahip olmamız, okumamız, yorumlamamız işte bütün bunların, bu düşüncelerin muhataplar tarafından herhangi bir karşılığının olmaması. Muhafazakar ama dünya bağımlısı varlığa ve birikime alışmış yalanlar içerisinde yer edinmeye çalışan biri olmak ne kadar zor. Menfaat kokan ve bencilliğe yönelen her şey dünyalıktır. Dost sandığımız meclislerde güzellikler bahşeden cennet ve bu cennete gitme yolunda cehenneme düşme korkusu aynı zamanda gitme gücü verecek kadar sonsuz ve bu sonsuzlukta kaybolacağımız kadar belirtisiz. Bütün bunları yaşarken ölüm bir gün gelip çatana kadar hayat doluyuz. Bir eğlenceden bir başka eğlenceye yolculuğumuz. Ümitsizlik dört yanımızı sarana kadar ümit doluyuz. Yol kavuşmakla değil yolda yürüyorken tamamlanır. Fakat hâlâ neden meyvesiz, yapraksız ve donmuş ağacın bahara yönelen bir fidan olmadığını herkes bilir ama neden ısrar edilir? Orası meçhul. Kendi içinde çok şey yaşayanlar birilerine fazla ihtiyaç duymazlar. Kendi içinde özgür olanlar yalnızlıktan korkmazlar, kalabalığa çok az ihtiyaç duyarlar. Kendi içinde hiç olanlar da başkalarına, kalabalıklara dayanarak yaşarlar ve orada hiçliklerini hissetmezler ama bir yalnız kalmaya görsünler o zaman dehşete kapılırlar, mutlak bir boşluk vardır onlarda. Oysa baharın ne bulutu, ne yağmuru, ne güneşi ne de baharın can veren meltemi böyle ağaçlara hayat veremez. Bunlar artık o çölün tek ümitsiz ağaçlarıdır. Bizlere gelince her şeyden daha çok sabırla, başkalarının düşündüğüne aldırmadan, dün ne ise bugün de aynı şekilde müstakim üzerine yaşamak gayretindeyiz. Biz başkalarının kötü bildikleriyle değil, kendimize değer verdiğimiz nice güzelliklerle umuda yürüyoruz. Bugünkü baktığımız yer, durduğumuz yerdir. Bizim dışımızdakilerin kötü sözlerinden, kınayanların eleştirilerinden, haksız ithamlarından değil de yüzünden dostluk çizgilerini okuduğumuz birilerinin bizim ilkeler üzerine inşa ettiğimiz varlığımıza saldırmasını ve kirletmesini unutmamız mümkün değildir. Üzerimizdeki mahrum edilme görüntüsü tamamen doğrulukla duruşumuz ve aldatan kimselerle ettiğimiz mücadeledendir. Eğer birilerinin size sunduğu işveli ve cazibeli ilişkilerden uzaksanız size yakın olan ve bazen anlamsızlaşan hayat için en insani meşguliyet iyi olmak, temiz kalmak, fedakar olmak, düşünmek, bir şeyler yazmak, ilim, irfan, fazilet, sanattan zevk almaya alıştırmak değil midir kendimizi? Kendi menfaatlerini ve ihtiyaçlarını tercih eden kimse asla bizden intikamını esirgemez. Biz hayatımızı hiçbir zaman bize mükafat vermeyen ve onun anlamını bile bilmeyen insanlar için tüketiyoruz. Bütün bunları bile bile belki bu dünya çölünde bir kişi olabilir diye katlandığımız susuzluk çölünde yanıp duruyoruz. Bakalım bu yıl bizi nereye taşıyacak vesselam.