Allah'ın mübarek kıldığı, Kur'an'da, Sünnet'te, İslam kültüründe ayrı ayrı kıymeti olan Kutsalımızla ilgili bir "Necis" koca dünyanın gözlerine bakarak küstahça skandal kararını küfür edercesine yüzümüze okudu.

Eskisi gibi "artık bunu da yapıyorlarsa biz de şöyle şöyle yaparız" tavırlarımız da yok.

Sosyal medyada yaptığımız artistik cümleler gazımızı yeterince alıyor.

Durumumuzda yaptığımız bir paylaşım da yapmamız gerekenlerin kapanışını ifade ediyor.

Çok şey söylenebilir, çok şey konuşulabilir ancak işin temeli daha çok Müslümanların kendi izzetlerini başkalarının ellerine bırakmalarıyla ilgili sanırım.

Bir müşrikin, kâfirin; yıllardır Müslümanları birbirine düşürmeyi, yok etmeyi varlık nedeni olarak gören bir sistemin, devletin sıradan bir kararıdır aslında.

Onlar açısından her şey olması gerektiği şekilde gidiyor.

Bizimle ilgili ise birkaç boyut bulunmaktadır.

Birincisi, izzetimizi kâfirlerin eline bıraktık maalesef.

Suriye'de kâfirlerin bir şeyler demesini, yapmasını bekliyoruz.

Irak'ta, Ortadoğu'nun tamamında, Afrika’da…

Gücümüzün farkında değiliz, kudretimizin farkında değiliz.

Kalıbımızı doldurmuyoruz ayrıca.

Allah'ın bize yüklediği anlamla bizim kendimize fiili olarak yüklediğimiz anlam çok farklı.

Boykot yapıyoruz bir şey çıkmıyoruz, slogan atıyoruz bir şey çıkmıyor.

Başka ne yapıyoruz ki?

Aslında Allah için yapılması gereken herhangi bir konuda ortaya koyduğumuz şeyle aynı.

Yani gövdemizi koymuyoruz tam altına o bahsi geçen işin.

Sonuna kadar sorumluluk almıyoruz ölümüne.

"Madem ölüm tek bir defa gelecek, o da neden Allah için olmasın" sadece nostaljik ezgilerde kalıyor maalesef.

Hayat standartlarımız, keyfimiz, arabamız, güzel evlerimiz veya ev alma beklentilerimiz, marka kıyafetlerimiz, çocuğumuzun sınav başarısı en önemlilerimiz arasında; tıpkı Allah'a ve Ahiret gününe iman etmeyenlerin öncelikleri gibi.

Böyle söyleyince ağır mı oluyor biraz?

Sadece değişik bir şekilde ifade ettim aynı realiteyi.

Zamanımızı vermiyoruz, zihnimizi vermiyoruz, proje üretme kabiliyetimizi vermiyoruz.

En önemlisi kalbimizi vermiyoruz.

Kalbimiz…

Oysa Allah'ın sünnetinde öyle değildir işler.

Bin yıllardır aynıdır hep.

Çalışır çabalarsınız, her şeyi ortaya koyarsınız, üstünüzü başınızı yırtarsınız, bittiğinizi zannedersiniz, kalbinizi ortaya koyarsınız…

Sonra bir de bakmışsınız güneş doğmuş, tıpkı sizin tahmin ettiğiniz gibi.

Veya delikanlı bir şekilde yenilmişsiniz, en iyisinden; izzetle, onurla…

Kızılderilinin başı dik denize doğru durmadan yürümesi gibi.

Allah'ın sünnetinde bir değişiklik olmaz.

Biz yapmamız gerekenleri yaparsak o vermesi gerekenleri verecek.

Buna inancımızı hiç kaybetmeyeceğiz.

Müslüman olmak zorundayız; dilimizle, davranışımızla, kalbimizle.

Birbirimize kenetlenmek zorundayız.

Farklılıklarımıza abuk sabuk tepkiler vermeyi bırakmak zorundayız.

Bir oluşumdan etkileniyorsak, bir gün herkesin bizim gibi olacağı fikrinin bizim ürettiğimiz bir şey olduğunu öğrenmek zorundayız.

Varsın hiç kimse bizden olmasın.

Allah'a kul olsun, güzel işler yapsın, koştursun, biz de destek olalım.

Hiç kimse kimseden olmasın, herkes İslam'dan olsun.

O zaman izzet bahşedecek Allah bize.

Basit ilişkilerimiz ve beklentilerimiz arasında Allah bizi başbaşa bırakıyor bu dünya çukurunda.

Oysa o bırakırsa biz biteriz.

O zaman haydin felaha, haydin ayağa, haydin sorumluluk almaya her konuda.

Konuşmaya, koşturmaya, iş yapmaya, sevmeye birbirimizi, Allah'a davet etmeye.

Ve gecelerimizi vermeye, ağlamaya…

Ve çıkıp sokaklara bağırmaya sesimiz soluğumuz kesilene kadar.

İşte o zaman kimse yan bakamaz Kudüs'ümüze, Aksa'mıza.

Ve Halep'imize, Kahire'mize, İstanbul'umuza…