İsrail, 13 Haziran 2025'te "Yükselen Aslan Operasyonu" adıyla İran'a savaş açtı ve büyük çaplı bir hava saldırısıyla İran'ın gerek askeri kanatından gerekse bilim sahasından çok önemli isimlerini katletti. İsrail saldırısıyla başlayan savaşın bugün 8. günü ve karşılıklı saldırılar devam etmektedir.
İsrail, modern, gelişmiş teknoloji, derin istihbarat ağı ve işbirlikçi ajan/hain desteğiyle İran'ın bütün stratejik ve mahrem derinliklerine sızarak kompleks bir stratejik saldırı ile önemli isimleriyle birlikte İran'ın devlet itibarını da ağır bir şekilde vurmuştur.
Malumu ilam edelim, İsrail bir terör devletidir. Hiçbir insani, ahlâkî, dini ve hukuki değeri olmayan bir toplumun, ideolojinin, inancın organize edilmiş ve kurumsallaşmış terör yapılanmasıdır. Kötülükte, zulümde, ifsatta ve ahlaksızlıkta sınır tanımaz aşırılığı İsrail'in karakteridir. Bu karaktersizliğini, tarihinden, inancından, ideolojisinden ve ırkından almaktadır. Bin, iki bin yıl önce ne ise yüz yıl önce de bugün de aynıdır. Kıyamete kadar da aynı olmaya devam edecektir. İsrail'in bu karakterini Gazze'de yaptıkları ile doğrulamak, tam ve tarafsız yorumlamak mümkündür.
Bütün dünyanın gözü önünde küstahça, ahlaksızca, hunharca katlettiği ve soykırımın bütün türevlerini uyguladığı Gazze'den sonra İsrail için artık söyleyecek söz kalmadı. Peki ya insanlık! Daha önce de defalarca söylenmişti, bir tekrar daha olsun. İnsanlık, Gazze'de yaşanan bu tarifsiz mezalimden sonra hangi değer için bir araya gelecek, insanlığı hangi sözler bir araya getirecek, insanlığa ne güven verecek? Mesela dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan bir savaş nasıl engellenecek, neye dayanarak sonlandırılacak; hangi söze, yasaya, ilkeye güvenilecek; hangi devlete, halka, ideolojiye, inanca kefil olunacak.
İnsanlığın ilk olarak Filistin ve Biladü'ş Şam topraklarında karşı karşıya kalarak gördüğü korkunç felaket, Siyonist İsrail Terörü, bütün dünyayı artık tehdit etmenin ötesinde yok etmeye adım adım ilerlemektedir. Bu felaket, sanıldığı gibi bir kişinin, bir devletin, bir inancın, bir ideolojinin eliyle ortaya çıkmış değildir, gerekçeleri veya mantığı olan, tarihten günümüze yaşana gelmiş ve tekerrürün tanıklığı olan bir durum da değildir. Bir harami topluluğun dünyaya hükümdar olma şehvetidir.
Başıboş kuduz bir köpek gibi salı bırakılan Netanyahu şeytanının, şuursuzca bir duyguyla bağlı olduğu iyilik, hayır ve güzellik düşmanı Yahudi inancının; insanlık, medeniyet ve ahlak düşmanı siyonist ideolojinin ve bütün bu kötülükleri bir araya getiren organize ve kurumsal bir yapının, terör örgütü olarak tasarlanmış İsrail Terör Devleti'nin insanlıkla, medeniyetle, inanç ve değerlerle savaşıdır. Bu savaşa hazırlık tarih, inanç, mantık, servet ve duygu ile tâbi olunan sapkın inancın binlerce yıllık birikimi sonucunda olgunlaşmış, kötülük şuuruyla; yer, zaman, imkan, mekan, güç, kontrol, plan ve eylem merhalelerinin ilmek ilmek işlenmesiyle, bin yıllardır biriktirilerek ortaya çıkmıştır. Ve bu canavarla, böylesi bir canavarla bütün dünya Gazze'yi yıllardır başbaşa bıraktı, hatta Gazze'yi yok etmesi için yanında durdu. Kimisi doğrudan, kimisi dolaylı, kimisi de sessiz kalarak bu canavarı korudu, kolladı, yaşattı, büyüttü.
Filistin, Lübnan, Yemen, Suriye, İran; sırayla hepsine saldırdı, hepsine birden ölüm yağdırıyor ama ne Müslümanların ne de geri kalan dünyanın kılı kıpırdamıyor.
Çok merak ediyorum: İsrail Terör Devleti, İran'a Gazze'de yaptığından daha kötü ne yapabilir. Ne yaparsa devletler, sistemler, toplumlar harekete geçebilir. Ya da geçer mi gerçekten.
Gazze için hiçbir şey yapmayan uluslararası ilişkiler, İran için bir şey yapar mı? İsrail öldürmekten yorulduğunda, sıkıldığında veya öldürme hedefine ulaştığında bitecekse bu katliamlar, saldırılar, soykırımlar... Bunca devlet niye var, kimin için var? Hukuk, yasa, siyaset niye var, kim için var? Uluslararası ilişkiler, anlaşmalar, örgütler, birlikler niye var, kim için var? Eğer, İsrail istediği ülkeyi istediği zaman istediği kadar vurabilir, öldürebilir, yerle bir edebilir bir vahşet hakkına sahipse...
Dehşet dengesi yalnızca Rusya ve Amerikan'ın güvenliği için mi var olacak. Soğuk Savaş, kim kimi vurur, yıkar, öldürürse öldürsün yeter ki Rusya ve Amerika'ya zarar gelmesin için mi sürdürüldü. Üçüncü bir ülke, bu iki ülkeye zarar gelmediği sürece, dünyanın geri kalan bütün ülkelerini dilediği gibi tehdit edip, istediği ülkeye istediği kötülüğü dilediği kadar yapabilir mi? Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşların varlık sebebi nasıl tanımlanabilir?
Yıllardır Gazze, Filistin soykırımın en ağırını her gün bir önceki günden daha ağır yaşarken, İran'ın saldırıya uğraması veya yarın başka bir ülkenin saldırıya uğraması ne kadar şaşırtıcı gelebilir, hangi vicdanı harekete geçirebilir, hangi insani, ahlaki, siyasi, dini ilkeyi gündeme taşıyabilir?
Kusura bakmayın, Gazze herkesin gözü önünde her gün yeniden soykırıma uğrarken bu vahşet karşısında sessiz kalıp; bu durumu kendi dini, insani, milli, siyasi meselesi görmeyenler, bana dokunmayan kötülük kime ne yaparsa yapsın anlayışında olanlar bugün İran'ın başına gelenlere mi üzülecek, İran için mi harekete geçecek? Kendi mezhebinden, meşrebinden, milletinden olan Filistin için kılını kıpırdatmayan Arap dünyası, İran için mi endişe duyacak; Kudüs'ün siyasetini yaptığı halde, halifeliğin bayraktarlığıyla övündüğü halde bırakın Gazze'ye yardım yapmayı daha İsrail ile ticareti kesmeyen Türk dünyası mı İran'ı kaygı edecek? Gazze'de bütün değerleri yerle bir olan Batı'nın sözde medeniyeti mi İran'ı düşünecek. Irak'ta, Suriye'de, Yemen'de ve kendi sınırları içinde; elinde milyonlarca masum Müslüman sivilin kanı olan İran'a; İsrail'in öldürdüğünün yüzlerce katı Müslümanı öldürdüğü halde hangi dini, insani, vicdani gerekçeyle el açıp dua edilecek. İşte düşmanı aç kurtlar gibi üzerimize salan ve bizi sahipsiz ve güçsüz bırakan bu ahvalimiz.
Aynı düşman, aynı silahlarla ikiye bölünmüş İslam toplumunun her ikisine aynı anda saldırıp, öldürüp, zulmettiği halde hangi ayet, hadis, mezhep görüşüyle amel edip bu zilletten muaf olunacak. Bir tek Hac ibadetinde biraraya gelebilen ve bir daha hiç bir araya gelmeyen İslam'ın ümmeti oysa evvela cihatta biraraya gelmeli değil mi? Ne Müslüman olduğumuz belli, ne devlet olduğumuz belli, ne millet ne de ümmet olduğumuz belli! Hal bu iken geriye şu zillet kalıyor: Düşmanın taksimine razı olup, hizada bekleyip, bizi ne zaman vuracağını beklemek... Gazze'yi bu yalnızlığa terkettirmeyecektik. İşte böyle yalnız yalnız sıramızı bekleriz.
Malum, İsrail'in İran'a saldırdığı gün Hacılar ülkelerine dönmeye başladılar. Şimdi Hac'tan gelen tanıdıklarımızı ziyarete gidelim. Cihattan dönmüş gibi onları karşılayalım. Her milletten milyonlarca kişinin nasıl saf tuttuğunu, say yaptığını, Arafat'ta vakfede durduğunu, Müzdelife'ye yürüdüğünü, Mina'da şeytan taşladığını dinleyelim. Hac'ta ümmet kendi ülkelerinde millet olmanın gururuyla, hep beraber akşam haberlerinde evlerimizde oturup Büyük şeytan Amerika'nın planlarını dinleyip ve küçük şeytan İsrail'in zulümlerini izleyip birbirimizi taşlamaya devam edelim...
Sonra da sokak röportajındaki dayının İran analizi ile televizyondaki uzmanların İran analizi arasındaki benzersiz ifadelerden kendimize ders çıkartalım.
Küçük bir not: Yardım almaya giden Gazzeliler bugün de bombalanarak soykırıma uğrayarak, İran-İsrail Savaşı'ndan daha fazla can kaybına uğradı. Ve bu saldırıyı son dakika haberi dahi geçmeyen dünya televizyonlarından, haber almaya devam edelim.