Bugün 7 Ekim, Gazze'deki soykırım tam iki yılını doldurdu. Dile kolay 730 gündür, dünyanın gözü önünde bütün detayları ile bir toplum topyekûn soykırıma uğruyor. Her gün yaklaşık 100 insan öldürülüyor. Dünyanın kılı kıpırdamıyor. Bir kaç ülkenin devlet başkanı, birkaç ülkenin vicdan sahibi halkı ve Yemen dışında bütün dünya bu soykırımın ya destekçisi ya izleyicisi.
Müslüman halklar, iki milyar insan, dile kolay da değil, saymakla bitmeyecek bir kitle ama dünyada yoklarmış gibi bir görünmezliğin içinde saklılar. Saklasan, sığdırmaya 200 Gazze lazım bu insancıkları ama gel gör ki Bir Gazze'ye küçük geldiler. Sonuç: Biri katletti, biri destekledi, biri de izledi.
Soykırımın ikinci yılını doldurmaya bir ay kala, Batı merkezli ve örgütlü, çoğunluğu gayrimüslim vicdan sahibi aktivist bu soykırımın, mezalimin sessizliğine daha fazla dayanamayıp Global Sumud Flotilla organizasyonu ile Gazze'deki insanlık dışı ablukayı kırmak için harekete geçti. 46 ülkeden 497 kişi 50 civarında gemiyle İspanya, İtalya, Tunus ve Yunanistan limanlarından Gazze'ye 31 Ağustosta hareket etmeye başladılar. İsrail terör devleti 1 Ekim'de uluslararası sularda ilk gemiye korsanca ve hukuksuzca müdahalede bulundu. Bütün gemileri rehin alması ise 3 Ekim'e kadar devam etti. Bu müdahaleler de tıpkı Gazze'deki soykırım gibi bütün dünyanın gözü önünde canlı yayında gerçekleşti. Üç gün devam eden bu korsanlık faaliyetine bütün dünya seyirci kaldı, en ufak bir yardım eli uzatılmadı.
Sonra bütün dünya, filodaki bütün aktivistlerin gayri insani ve gayri ahlaki bir biçimde İsrail terör devletinde esir edilişine tanık oldu. Ashdod Limanına getirilen ve Negev Çölü’ndeki Ketzi’ot Hapishanesi'nde tutuklu olarak alı konan aktivistler, kötü muameleye, hakaret ve işkencelere maruz bırakılmış, üstelik bu durum İsrail elinden yayınlanan görüntülerle bütün dünyaya servis edilmiştir.
Sonra 3-5 gün içerisinde aktivistlerin büyük çoğunluğu ülkelerine gönderilmek üzere değişik ülkelere deport edildi. Ancak, bazı aktivistler, İsrail tarafından kendilerine teklif edilen “gönüllü sınır dışı” (yani İsrail’den çıkma taahhüdü vererek serbest bırakılma) belgelerini, uluslararası sularda hukuksuzca rehin alındıkları gerekçesiyle imzalamayı reddettikleri için bırakılmadılar.
Sumud, bütün dünyanın dikkatini üzerine çekti, büyük ses getirdi. Katılımcıları büyük bir özveri göstererek, her türlü tehlikeyi göze alarak ve günlerce sevdiklerinden, ailelerinden ayrı kaldılar. Bunu büyük bir samimiyetle, insanlık adına yalnızca Gazze için Filistinliler için yaptılar.
Ancak, filo içerisinde Türkiye’den katılımcıların bazılarının Türkiye dönüş yolunda ve havaalanı karşılamasında büyük bir duygu yüküyle abartı bir sevinç ve yersiz bir zafer refleksiyle duygu boşalımı yaşaması biraz eleştiri konusu oldu:
-Kazandık, kazandık nidaları...
-Gazzeyi, Gazze'ye soykırım yapanları değil de kendikerini anlatmaları...
-Sumud'u Gazze'den fazla dillendirmeleri...
-Aşırı denilebilecek, çoşkulu sevinç, gülüşmeler ve kutlamalar...
-Gazzeyi gündeme getirmek için çıkılan yoldan kendilerinin gündem olmasıyla dönülmesi ve bu süre zarfında Gazze'nin geri planda kalması...
Gibi birtakım söz, davranış ve duruşlar soykırımın bütün korkunçluğuyla devam ettiği bir zamanda birçok kişinin eleştirisine, nasihatine ve ikazına sebep oldu. Gazze için yola çıkan Sumud, Gazze'ye perde olmaya, Gazze'yi gölgede bırakmaya evrilecekti az kalsın. Neyse ki bütün bunlar yaşanırken, tartışılırken; bütün bunlara cevap niteliğinde açıklamalar yine filonun aktivisti Greta Thunberg'den geldi. Ve taş yerine oturdu, söz sahibine ulaştı.
Küresel Sumud Filosu'nda uluslararası sularda İsrail Terör Devleti tarafından rehin alınan Greta Thunberg, İsrail tarafından deport edildikten sonra Yunanistan’da şu açıklamalarda bulundu:
“Hapishanedeki kötü muamele ve istismarlar hakkında çok uzun süre konuşabilirim ama inanın bana, mesele bu değil. İsrail, gözlerimizin önünde bütün bir nüfusu yok etmeye çalışıyor, soykırımı tırmandırıyor.”
(Kahraman, kahraman tezahüratları üzerine) “Hayır, hayır biz kahraman değiliz, sadece asgari düzeyde yapılması gerekeni yaptık. Yaptığımız şey hiçbir şekilde yeterli değil. Kimse Filistin halkının imdadına yetişmedi.”
Thunberg, Instagram hesabından yaptığı açıklamada ise şu ifadeleri kullandı:
“Tüm dünya bunun 7 Ekim 2023’te başlamadığını biliyor. İsrail’in bu savaş suçları, hükümetlerin ve medyanın yardımı ve meşrulaştırmalarıyla oldu. İşte insanların odaklanması gereken hikâye bu!
İsrail’in yaptığı esas olarak bizi uluslararası sularda yasadışı bir şekilde kaçırmak ve hapishanelerde kötü muamele etmek değildi; asıl yaptığı, Gazze’ye insani yardımın girmesini engelleyerek uluslararası hukuku ihlal etmekti.
Ayrıca, İsrail tarafından hapse atılmamızda hükümetlerimizin doğrudan payı olduğunu belirtmek istiyorum. Sürekli olarak insan haklarını ve uluslararası hukuku korumanın ve Gazze’ye yardım ulaştırmanın öneminden bahsediyorlar. Ve sonra biz onların yapması gereken işi yaparken, tamamen barışçıl ve uluslararası hukuka uygun bir şekilde tam da bunu yapmaya çalışırken, güvenliği sağlamayı başaramıyorlar.
Devletlerin soykırımdaki ortaklıklarına son verme konusunda yasal bir yükümlülüğü vardır ve şu anda bunu yapma konusundaki isteksizlik, insanlığa karşı bir suçtur. İsrail, soykırım propagandası nedeniyle öyle görünse de, uluslararası hukuktan muaf değildir.
Toy görülmeyi, adaletsizlik karşısında hiçbir şey yapmamaya tercih ederim.
Bizim yanımızda hakikat, ahlak, uluslararası hukuk, adalet, sevgi, tarih, dünya dayanışması ve temel sağduyu var. Savaş suçlularının ise nefreti, yalanları ve silahları var. Adalet yerini bulacak.”
Not: Bu yaşananlardan çıkartacağımız dersler: Gazze'de yaşanan tarifsiz acıların, soykırımın karşısında dururken, Gazze'nin acısına duygusal olarak da ortak olmalıyız. Alanlarda, yürüyüşlerde, protestolarda Gazze için her nerede bulunuyorsak, unutmayalım ki bulunduğunuz yer bir matem yeridir. Neşelenmek, kahkaha atmak, sevinç gösterisinde bulunmak doğru değildir.
Gazze konusunda dünya siyaseti etkisiz kalmışken, kendi iç siyasetine alet edilmemelidir. Siyasilere sorumluluklarını hatırlatmak ve onları somut adımlar atmaya zorlamak.
Sivil toplum örgütleri, devlet idarecileri ve siyasilerle ilişkilerinde onlardan bağımsız olmalıdır. Onların saha sorumlusu, memuru gibi bir hiyerarşiye girmemelidir. STK'lar devlet ve iktidarların sorumluluklarını yerine getirmede yetersiz, duyarsız ve ihmalkar kaldıkları yerlerde inisiyatif olma gayretinde olmalıdır.