21. Yüzyıl ilk çeyreğinin sonlarına gelirken Gazze’de eşi benzeri görülmemiş bir soykırım, bütün dünyanın gözü önünde işlenmeye devam ediyor.

Üstelik onlarca devletin imzası ve birçok devletin garantörlüğündeki Ateşkes Anlaşmasına rağmen… Doğu Türkistan’da Uygur halkı, Komünist Çin tarafından siyasi ve kültürel bir soykırıma maruz bırakılmaktadır. Güneydoğu Asya’da Myanmar (Burma) ülkesinde Arakan (Rakhine)’da yaşayan Müslüman halk, Budistlerin etnik ve dini soykırımına maruz bırakılmaktadır. Gayrimüslimler tarafından Müslüman halklara yapılan bu soykırımların bir benzeri de Sudan’da, maalesef Müslüman halkların kendi içinde yaşanmaktadır. 2025 yılının Ekim sonunda yeniden şiddetlenen iç çatışmalar artık tek taraflı bir soykırıma evirilmiş, soykırımı aratmayan korkunçlukta ölümlere, 14 Milyonu aşkın insanın yerinden edilmesine, salgın hastalıkların, açlık ve susuzluğun kıtlık düzeyinde ölümcül hal almasına yol açmıştır. Peki, Sudan bugünlere nasıl geldi? Ülke daha önce ikiye bölündüğü halde neden durulmadı, şimdi kendi içinde bir daha mı bölünecek? Şiddet, iç çatışmalar, ölüm, zulüm ve göç nereye kadar sürecek? Acının ve zulmün boyutu o kadar derin ki sanki Sudan hiç gün yüzü görmemiş, ülkede hiç huzur ve barış yaşanmamış gibi…

A- 20. YÜZYIL BAĞIMSIZLIĞINA KADAR TARİHİ ARKA PLANDA SUDAN

8. yüzyıldan itibaren İslam coğrafyacıları tarafından Bilad es-Sudan ismiyle anılan Sudan’ın kelime anlamı “Siyahların Ülkesi” veya “Kara İnsanların Toprağı” olduğu gibi bahtı da kara bir ülke… Sudan, 1898’de İngilizlerin ülkeyi ele geçirmesiyle 1899’dan bağımsızlığını kazandığı 1956 yılına kadar İngiliz-Mısır ortak yönetiminde (İngiliz-Mısır Kondominiyumu 1899–1956) kalmıştır. İngiliz sömürü sürecinde Sudan’ın geleceği adına İngilizler tarafından ayrılıkçı ve çatışmacı tohumlar böl-yönet-parçala siyasetiyle ülkenin dört bir tarafına atılmıştır. Bu tohumlar daha ülke bağımsızlığını ilan ettiği ilk günden itibaren ülkeyi zehirlemeye başlamıştır. İngiliz’den sonra Sudan; barış, huzur, emniyet ve refaha hasret kalmıştır.

B-SUDAN CUMHURİYETİ BAĞIMSIZLINI İLAN ETTİ

Ulusal Birlikçi Partisi’nin Başkanı İsmail el-Ezheri 1953 seçimlerinde büyük bir zafer kazanarak Ocak 1954’te Başbakan oldu. Önce Mısır ile birleşme politikası yürüten El-ezheri, bunun halk desteğini tam olarak alamayınca tam bağımsızlık için mücadeleye başladı. 19. yüzyıl sonlarında İngiliz-Mısır ortak yönetimi altına giren Sudan, 1 Ocak 1956’da bağımsızlığını kazandı. Sudan, Afrika’nın en geniş yüzölçümüne sahip ülkesi iken (2011’e kadar)İngilizlerin ektiği zehirli tohumların da etkisiyle kuzey-güney, Arap-Afrika, Müslüman-Hristiyan ve merkez-çevre eksenlerinde derin tarihsel ayrışmalar yaşadı.

  • Kuzey Sudan, Araplaşmış, Müslüman ve Nil Vadisi etrafında toplanan gruplardan oluşmaktaydı.
  • Güney Sudan ise siyahi Afrika kökenli, Hristiyan veya yerel inançlara bağlı topluluklardan oluşuyordu.

Bu farklılıklar, İngiliz sömürge yönetimi döneminde (1899–1956) uygulanan “böl ve yönet” politikalarıyla derinleştirildi ve Sudan’ın ulusal kimlik inşasını derinden etkiledi. Bağımsızlık (1956) sonrasında kuzeydeki Arap-İslam kimliği devlet politikası haline getirilince bu gelişme İngilizlerin politikaları sonucu önce güneyin dışlanması gibi yorumlanmaya zamanla fikri ayrışmaya yol açtı. Ve çok geçmeden bu durum) Sudan Halk Kurtuluş Ordusu ve müttefikleri ile merkezi otorite arasında ilk iç savaşın (18 Ağustos 1955–27 Mart 1972) temelini oluşturdu.

1960’lı ve 1970’li yıllarda yaşanan iç çatışmalar, kuzeyin Arap-İslam merkezli politikalarına karşı güneyin özerklik taleplerini beraberinde getirmiştir. 1983 yılında Cumhurbaşkanı Cafer El-Numeyri’nin ülke genelinde şeriat yasalarını yürürlüğe koyması, özerklik anlaşmasını feshetmesi, muhaliflerin laiklik dayatmaları çatışmaları yeniden alevlendirmiştir.

1- 1971–1985 Cafer en-Numeyri Yönetimi

1972’de imzalanan Addis Ababa Anlaşması, kuzey ile güney arasındaki ilk iç savaşı (1955–1972) sona erdirdi. Bu anlaşma, Güney Sudan’a kültürel özerklik ve kendi yönetimini kurma hakkı tanıyordu.

Addis Ababa Barış Dönemi olarak da adlandırılan bu dönem, Sudan tarihinin en istikrarlı ve ekonomik olarak nispeten canlı dönemi olarak kabul edilir. Petrol aramaları başlamış, tarım projeleri canlanmış ve eğitim yatırımları artmıştır. Cumhurbaşkanı Cafer en-Numeyri, bu dönemde hem kuzeydeki İslamcı çevreleri hem güneydeki Hristiyan grupları dengede tutmaya çalışmıştır.

1983’te Numeyri, İslam hukuku (şeriat) uygulamasını ülke geneline yaydı ve Güney’in özerkliğini kaldırdı. Bu karar, ikinci iç savaşın (1983–2005) patlak vermesine neden oldu.

2- 1989 Darbesi ve Ömer el-Beşir Yönetimi

1989’da General Ömer el-Beşir liderliğinde gerçekleştirilen askeri darbe, Sudan’da yeni bir dönemi başlatmıştır. Beşir yönetimi, Müslüman Kardeşler çizgisindeki Ulusal Kongre Partisi ile ittifak kurarak İslami bir yönetim tesis etmiştir. Bu dönemde Darfur bölgesinde başlayan çatışmalar, Arap olmayan Afrika kökenli Müslüman topluluklara karşı işlenen suçlarla uluslararası gündeme taşınmıştır.


2005’te Beşir ve Garang arasında imzalanan Kapsamlı Barış Anlaşması (Comprehensive Peace Agreement – CPA), 22 yıl süren ikinci iç savaşı sona erdirdi. Bu barış dönemi 2011 yılına kadar devam etti. Bu anlaşma, kuzeydeki Ulusal Kongre Partisi (NCP) hükümeti ile güneydeki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM) arasında yapılmıştı. Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir ve Güney’in lideri John Garang, ortak bir geçici ulusal birlik hükümeti kurdu. Bu dönem, özellikle 2005–2010 arasında, Sudan’da görece barış, ekonomik büyüme (özellikle petrol gelirleriyle) ve uluslararası entegrasyon yaşandı.
Hartum’da yatırım ortamı genişledi; Çin, Malezya ve Batılı şirketler petrol sektöründe aktif oldu.

C-GÜNEY SUDAN BAĞIMSIZLIĞINI İLAN ETTİ

2005’te imzalanan Kapsamlı Barış Anlaşması (Comprehensive Peace Agreement – CPA) iç savaşı sonlandırdı ve 2011’de Güney Sudan bağımsızlığını ilan etti. Ancak kuzeydeki Sudan (bugünkü Sudan Cumhuriyeti), Beşir’in( otoriter) yönetimi altında kalmaya devam etti. 2019’da kitlesel halk protestoları sonucunda Beşir devrildi. Bu olay, Sudan’da sözde demokratik dönüşüm için büyük bir umut doğurdu. Fakat geçici yönetim sürecinde ordu içinde yeni bir iktidar mücadelesi başladı.


2011’de yapılan referandumla Güney Sudan’ın bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte Sudan petrol gelirlerinin de yaklaşık %75’ini kaybetti ve yeniden istikrarsızlığa sürüklendi. 2011’de Güney Sudan ayrıldıktan sonra bugünkü ülke “Sudan Cumhuriyeti” (Republic of the Sudan) olarak devam etmektedir.

1- Güney Sudan ve Bölgesel Güvenlik Dengesi

Güney Sudan, 2011’deki ayrılıktan sonra kendi iç savaşını (2013–2018) yaşamış olsa da, bugün büyük ölçüde kırılgan bir barış içindedir. Sudan’daki savaş, Nil Havzası’nda yeni bir istikrarsızlık dalgası yaratmıştır. Güney Sudan, Sudan’dan gelen yüzbinlerce mülteciyi kabul etmek zorunda kalmış; Etiyopya, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Çad gibi komşular da benzer insani baskılarla karşı karşıya kalmıştır.

D- 2019–2021 ARASI GEÇİŞ DÖNEMİ (Sivil-Ordu Koalisyonu)

2019’da kitlesel protestolar sonucu Ömer el-Beşir devrildi. Ardından ordu ve sivil temsilciler arasında bir Geçiş Konseyi kuruldu. Başbakan Abdalla Hamdok, ekonomiyi yeniden canlandırmak ve demokratik seçimlere geçmek için reform programı başlattı. Kısa süreliğine de olsa bu dönem, özgür basın, sivil toplum hareketliliği ve uluslararası desteğin arttığı bir dönemdi. Sudan, ABD’nin terör listesi dışına çıkarıldı. Ancak yanlış stratejiler kısa sürede daha büyük bir istikrarsızlığa ve ekonomik iflasa yol açtı. Bugün yaşanılanlarda bir bakıma Beşir sonrası ABD, İngiltere, Suudi Arabistan ve BAE tarafından yürütülen dörtlü mekanizmanın desteğiyle iktidara gelen Hamduk'un da çok payı vardır.

2021’de ordu darbe yaptı, geçiş hükümeti dağıldı ve ülke yeniden askeri vesayet altına girdi. Bu olay, bugünkü iç savaşın öncülüdür.

E- 2023’DEN SONRA YAŞANAN İÇ SAVAŞ

15 Nisan 2023 tarihinde Sudan’da ordu (SAF) ile Darfur’daki Cancavid paramiliter Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF) arasında çatışmalar başladı. Çatışmalar kısa sürede ülke geneline yayıldı, milyonlarca kişi evini terk etmek zorunda kaldı. 15 Nisan 2023 tarihinde Sudan’da patlak veren iç savaş, yalnızca bir ülkenin siyasal istikrarsızlığını değil, aynı zamanda Afrika Boynuzu’nun kırılgan jeopolitiğini de derinden sarsmıştır. Çatışma, Sudan Silahlı Kuvvetleri (Sudan Armed Forces – SAF) ile paramiliter Hızlı Destek Kuvvetleri (Rapid Support Forces – RSF) arasında başlamış, kısa sürede tüm ülkeye yayılmıştır.

Savaşın sonucunda yüz binlerce insan yerinden edilmiş, on binlerce sivil hayatını kaybetmiş, başkent Hartum harabeye dönmüştür.

Çatışmanın temelinde 2019 halk devrimi sonrası kurulan geçici yönetimdeki güç paylaşımı ve güvenlik reformu anlaşmazlıkları bulunmaktadır. Ordu, merkeziyetçi ve Arap kimliğini koruyan bir yapıdan yana olurken; RSF, kabile temelli çıkar ilişkileriyle daha pragmatik bir güç haline gelmiştir. Uluslararası kamuoyunda ise çoğu zaman “etnik” ya da “mezhepsel” bir savaş olarak yansıtılan bu kriz, gerçekte siyasi güç mücadelesi, ekonomik çıkar paylaşımı ve tarihsel eşitsizliklerin iç içe geçtiği bir iç savaş niteliği taşımaktadır.

Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF), 2023-25 arasında ülkenin batısındaki Darfur bölgesinde etkisini arttırıp 5 eyaletten 4’ünü kontrol altına alarak 260’tan fazla saldırıyla Darfuru’un kalbi olan Faşir’i kuşattı. Şehir aylarca süren saldırılarla ağır hasar aldı. Binlerce insan katledildi, Faşir kelimenin tam anlamıyla soykırıma uğratıldı.

1- SAF–RSF Çatışmasının Dinamikleri

2023 Nisan’ında patlak veren savaşın temelinde, Sudan ordusunun yeniden yapılandırılması sürecinde yaşanan anlaşmazlıklar bulunuyordu.

- Sudan Silahlı Kuvvetleri (SAF), geleneksel devlet ordusunu temsil ediyor ve General Abdülfettah el Burhan liderliğinde hareket ediyordu.

- Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF) ise, Darfur Savaşı sırasında (2003) kurulan Cencevid milislerinden türemişti ve General Muhammed Hamdan Dagalo (Hemedti) tarafından yönetiliyordu.

Geçici yönetim anlaşmasına göre RSF’nin orduya entegre edilmesi gerekiyordu; ancak bu sürecin kimin kontrolünde olacağı konusunda taraflar uzlaşamadı. Aynı zamanda RSF’nin Darfur bölgesindeki altın madenlerinden sağladığı devasa gelirler ve dış destekleri (özellikle BAE ve Rusya Wagner Grubu bağlantıları) Beşir sonrası dönemde RSF’yi ekonomik olarak güçlendirmişti.

Bu çıkar çatışması, kısa sürede devletin asil silahlı kanadı ile paramiliter bir güç olan (Cancavidler) ancak Beşir döneminde yarı resmi bir hüviyet kazandırılan silahlı kanat arasında (SAF ile RSF arasında) tam ölçekli bir savaşa dönüştü.

2- Etnik ve Dini Yapı: Sudan’ın Sosyal Gerçekliği

Sudan’ın nüfusu yaklaşık 44 milyondur ve büyük çoğunluğu Müslümandır. Ancak bu tek tip bir dini yapı anlamına gelmez. Ülkede Araplaşmış kuzeyli grupların yanı sıra, Fur, Masalit ve Zaghawa gibi Afrika kökenli Müslüman topluluklar da bulunur. Nuba Dağları ve Güney Kordofan bölgelerinde hem Hristiyan hem Müslüman topluluklar bir arada yaşamaktadır. Bu etnik ve dini çeşitlilik, tarih boyunca merkezi yönetimlerin adaletsiz politikaları nedeniyle çatışmalara zemin hazırlamıştır.

3- Çatışmanın Etnik ve Coğrafi Boyutu

Her ne kadar çatışmanın görünürdeki nedeni siyasi olsa da, savaşın etnik boyutu Darfur ve Kordofan bölgelerinde açık biçimde hissedilmektedir. RSF’nin temellerini oluşturan Cancavid milisleri, geçmişte Darfur’daki Afrika kökenli Fur, Zaghawa ve Masalit halklarına karşı saldırılar düzenlemişti. Bugün de aynı bölgelerde etnik temizlik ve toplu katliamlar yaşandığına dair çok sayıda rapor bulunmaktadır.

Hartum’da ise SAF ve RSF arasındaki çatışmalar, sivil yerleşim bölgelerinde yoğun hava saldırıları ve topçu bombardımanlarıyla sürmektedir. BM verilerine göre 2024 ortasına kadar yaklaşık 14 milyon kişi yerinden edilmiş, 12 milyondan fazla insan akut gıda güvensizliği yaşamaktadır.

4- Uluslararası Aktörler ve Dış Müdahaleler

Sudan iç savaşı, bölgesel ve küresel güçlerin çıkar çatışmalarının da merkezindedir.
- Mısır, geleneksel olarak, Nil Nehri üzerindeki su güvenliği nedeniyle Sudan Ordusunu (SAF’ı) desteklemektedir.
- Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Hızlı Destek Kuvvetleri’ne ekonomik ve lojistik destek sağlamaktadır.
- Çin ve Rusya enerji ve silah anlaşmalarıyla ülkede ekonomik nüfuz kurmuştur. Rusya’nın Wagner Grubu, RSF’nin altın ticaretinde rol oynamış, karşılığında altın ihracatı üzerinden çıkar elde etmiştir.
- ABD, AB ve Afrika Birliği, 2019 devriminden sonra sivil yönetime geçişi desteklemiş, ancak son kriz karşısında etkisiz kalmıştır. Savaşın sona ermesi için diplomatik girişimlerde bulunmuş, ancak taraflar arasında kalıcı ateşkes sağlanamamıştır.

Bu durum, Sudan’ı bir tür “Afrika içi vekâlet savaşı” alanına dönüştürmüştür. Sudan'ın kendi iç sorunları gözardı edilemez, Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Hamideti’nin zalimliği de tartışmasızdır ama durumun bu vehamete gelmesinin en büyük sebebi ABD öncülüğündeki Batılı ittifakın, Körfez ülkelerinin ve emperyal ilişkilerin güç ve otorite hırsıdır.

5- İslami ve Demokratik Perspektiften Sudan

İslami bakış açısından, adaletin ve hakkaniyetin tesisi her şeyden önce gelir. Sudan’daki mevcut durum ise ne İslam’ın adalet ilkeleriyle ne de demokrasinin katılım prensipleriyle bağdaşmaktadır. Demokratik açıdan, temsil ve şeffaflığın eksikliği; İslami açıdan ise yöneticilerin zulümden kaçınmaması, ülkeyi sürekli istikrarsızlığa sürüklemiştir. Gerçek barış, ancak tüm etnik ve dini grupların eşit haklara sahip olduğu adil bir yönetim modeliyle mümkündür. Bunun önündeki en büyük engel ise ileri sürülen İslami hukuk değil , İslam hukukunu yok sayan laiklik dayatması ve aşiret çetelerinin asabiyetidir.

6-Sudan Neden Durulmuyor?

Sudan’daki bitmeyen çatışmalar, paramiliter bir grubun kendi aşiretinden başka bir topluluğa yaşam hakkı tanımaması ve toplumsal çeşitliliğin baskıcı ideolojilerle yönetilmeye çalışılmasından kaynaklanmaktadır. Araplaştırma ve otoriter politikaların İslam ile örtülmesi, toplumsal uyumu sağlamadığı gibi; aksine ayrışmayı derinleştirmiştir. Sudan’ın geleceği, adalet, katılımcılık ve uzlaşı temelli yeni bir anayasal düzenin inşasına bağlıdır. Sudan örneği, yalnızca Afrika’nın değil, tüm İslam dünyasının siyasal ahlak açısından bir turnusol kâğıdı gibidir.

SONUÇ

İnsani Kriz, Savaş Suçları ve Mülteci Sorunu

Savaşın en ağır bedelini siviller ödemektedir. BM İnsan Hakları Konseyi, her iki tarafı da savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekle suçlamıştır. Darfur’da özellikle kadınlara yönelik sistematik tecavüzler, köy yakmaları ve ırka dayalı toplu infazlar belgelenmiştir. İnsani yardım kuruluşlarının bölgeye erişimi neredeyse imkânsız hâle gelmiştir.

Sudan’dan kaçan milyonlarca kişi Çad, Güney Sudan, Mısır ve Etiyopya’ya sığınmıştır. UNHCR verilerine göre 2025 başı itibarıyla 8 milyondan fazla insan ülke içinde veya dışında yerinden edilmiştir. Bu, Afrika kıtasındaki en büyük mülteci krizlerinden biridir.

Sudan’ın Geleceği ve Olası Senaryolar

Sudan’daki iç savaş, klasik anlamda bir din veya mezhep savaşı değildir; iktidar mücadelesi, etnik kimlikler ve ekonomik çıkarların iç içe geçtiği bir devlet çözülmesi süreci olarak tanımlanabilir. Ülke, fiilen iki ya da daha fazla otoriteye bölünmüş durumdadır: SAF kuzey ve doğu bölgelerinde, RSF ise batıda etkili kontrol sağlamaktadır.

Uluslararası toplumun önünde iki olasılık bulunmaktadır:

1. Federal bir geçiş süreci ile ülkenin yeniden yapılandırılması,

2. Veya kalıcı bir bölünme ve “iki Sudan” senaryosunun tekrar gündeme gelmesi.

Bu istenmeyen iki seçeneğin zorunluluğunu ise bir arada yaşama duygusunu ve gerçekliğini kaybetmiş kitlelerin yaşadığı büyük acılar ve zulümler doğurmaktadır. Birleşerek devletleşemeyen toplumları birarada yaşamaya zorlamak bu süreci daha da vahim boyutlara taşır. Her iki durumda da en büyük öncelik, sivillerin korunması, insani yardımların ulaştırılması ve hesap verilebilir bir geçiş adaletinin sağlanmasıdır. Sudan’ın geleceği, yalnızca askeri dengelere değil, aynı zamanda uluslararası toplumun barış ve adalet iradesine de bağlıdır. Bu saatten sonra adil ve sürdürülebilir bir barış için bütün dünya seferber olmalıdır.