Önce İsveç'te Kur'an-Kerim mushafının yakılması sonra Hollanda 'da parçalanıp çiğnenmesi ile Avrupa'nın göbeğinden başta Avrupa'daki, sonra Türkiye'deki ve nihayetinde bütün dünyadaki Müslümanlara göz dağı verilmiş, hakaret edilmiş ve meydan okunmuştur. Her ne kadar münferid görünse de verilen mesaj, resmi makamlarca verilen izinler ve yakılmanın gerçekleştirildiği yer işin çok da basit bir eylem olmadığını hatta organize bir eylem olduğunu hissettirmemektedir.

Yakılan kesinlikle Kur'an-Kerim değil, çiğnen de yine Allah Azze ve Cellenin ayetleri değildi. Çünkü Kur'an-ı Kerim ne mahlûktur, ne de mushaftır. Kur'an-ı Kerim, manasını sahibinden alan Allah kelamıdır. Ve muhataplarına indirilmiştir. İman etmeyen için daha önce itham ettikleri gibi bir şiir, bir metinden başka bir şey değildir. Yani Kur'an-ı Kerim, okuyan, anlayan, iman eden ve yaşayan içindir.

Allah'ın yasalarını uygulamaktan korkan, Allah'ın yasalarına uygun yaşamayı tarihsel sanan, İslam'ın dilini Arap milliyetçiliği ile Arapçılık olarak gören, Arap ve Müslüman olduğu için başka bir İslâmî mücadeleye tenezzül etmeyen, kendini zaten cennetlik gören Arap devlet adamları ve Arap milliyetçiliği yapan halklar, Resûlullah Aleyhisselam'ın sünnetini kültürel olarak yorumlayan devlet adamlarından, devletlerin halklarından Kur'an-ı Kerim'in sloganist bir refleksle korunmaya ihtiyacı yoktur. O'nu kıyamete kadar koruyacak olan Allah Azze ve Celle'dir. Onunla korunacak olanlar da Kur'an-ı Kerim i hayatına yerleştiren müminlerdir. Ancak, bu durum Müslümanları, İsrailoğullarının Hz. Musa'ya sen ve Rab'bin gidin savaşın dediği gibi bir gevşekliğe sevk etmemelidir. Bu durum, Abdülmuttalibin Kabe'yi Kabe'nin Rabbi korur teslimiyetini bağlamından koparıp, boyun eğmeye de dönüşmemelidir.

Bugün Doğu Türkistan'da, Hindistan'da, Suriye'de, Filistin'de; dün Balkanlarda, Afganistan'da, Irak'ta yalnızca Müslüman oldukları için yani Kur'an-ı Kerim'in mushafı değil de yaşayan canlı-kanlı bedenleri olanlara yapılan tarifsiz baskı, zulüm ve katliamlar bu menfur provaktif saldırılarla kıyas bile yapılamaz.

Dünyanın dört bir yanında Kur'an-ı Kerim'i yaşayan ve hayatına hâkim kılan Müslümanların yaşadığı her zulüm sessiz karşılanırken, onların bu yaşantısına göre rehber edindiği kitabın maddi saldırısına hassas olmak bu yaşanılan menfur hadisenin faaillerini cesaretlendirenlerin ta kendileridir.

Bu melunları cesaretlendirenler, laikliğin bütün İslam dünyasına din özgürlüğü adında pazarlayıp, dinsizlik olarak anlaşılmasını dayatan; dindarlığı tehdit, din düşmanlığını ise laikliğin gereği imiş gibi korumaya almayı dayatan zihniyettir.

Bir Müslüman olarak herkes bu kötü hadisenin müsebbibi olarak kendisinden bir pay çıkartsın. Peki, amiyane tabirle hırsızın hiç mi suçu yok. Gelelim hırsıza, o meluna, o meczuba...

Kendisinden önce indirilmiş bütün kitapları ve peygamberleri tasdik eden ve kıyamete kadar güncelliğini muhafaza edecek olan Allah'ın ayetlerinin içinde toparlandığı mushafa düşmanlık, hakaret ve savaş herkes biliyor ki ne Allah ile ne Kur'an-ı Kerim ile ne de Resûlullah Aleyhisselam ile yapılan bir savaştır. Doğrudan Müslümanlara karşı yapılmıştır. Müslümanlar, bu ve benzeri kişi, kuruluş, yapı ve devletlere; eliyle, diliyle ve kalbiyle gereken cevabı vermelidir, verecektir de inşaallah.

Bu hakaretleri, tehditleri kim üstüne alınıyorsa, din de mushaf da onundur. Ne mutlu dinini hakkıyla yaşayanlara ve savunanlara...