Bizans İmparatorluğu’nun önemli bir dinî ve stratejik merkezi olan Kudüs o zamanki adıyla İlya, Hicrî 15/Miladi 637 yılında Hz. Ömer’in halifeliği döneminde fethedildi.

Fethi gerçekleştiren orduya Ebu Ubeyde b. Cerrah komuta ediyordu. Komutanlar arasında Halid b. Velid ve Şurahbil b. Hasene de bulunmaktaydı. Kudüs, yaklaşık 4 ay süren bir kuşatma sonucunda teslim alındı. Kaynaklara göre büyük bir çarpışma yaşanmadı, şehir barış yoluyla teslim oldu. Bu nedenle can kaybı çok azdır. Müslüman ve Hristiyan tarafında herhangi bir katliam veya toplu ölüm olmadı. Kudüs Patriği Sophronius’un ısrarlı talebi üzerine, bizzat Halife Ömer gelip şehri teslim aldı. Patriğin isteği üzerine Hz. Ömer (R.A.), tarihe geçecek bir “eman” verdi. Kudüs Ahdnâmesi/Beyannamesi (Koruma Antlaşması) olarak tarihe geçen vesikanın içeriği günümüze kadar değerini korumaya devam etmektedir. Modern tarihçiler (Hugh Kennedy, Fred Donner, W. Montgomery Watt) Kudüs’ün fethini, İslam fetihleri içinde en barışçıl ve hukukî çerçevesi net çizilmiş fetihlerden biri olarak değerlendirir. Hz. Ömer’in emanı, bütün dünyada erken İslam Dönemi’nin dinî hoşgörü ve siyasî pragmatizminin bir göstergesi kabul edilmiştir.

Öyle ki 1388 yıl öncesine dayanan, bu hukuki belge, günümüz idealize edilmiş modern insan hakları anlayışı ile paralel ilkeler taşımaktadır. Din özgürlüğü, can ve mal güvenliği, eşitlik, ayrımcılığın yasaklanması gibi temel haklar, her iki sistemde de benzer şekilde güvence altına alınmıştır. (Lakin modern sistemde hiçbir zaman tam olarak uygulanmamıştır.) İslam hukuku, hoşgörü ve toplumsal barış ilkeleri çerçevesinde dinsel çoğulculuk anlayışını benimsemiştir. Günümüzde, yaklaşık iki yıldır amansız ve acımasız bir soykırıma maruz bırakılan masum Gazze halkı bu anlayıştan neşet bulamamış modern dünyanın gözü önünde canıyla, malıyla, yurduyla, inancıyla topyekun yok edilmektedir. Bu emannamede bu soykırımı yapan yeryüzünün en aşağılık mahlûku olan İsrailoğulları hakkında yer alan bir madde insanı hayrete düşürecek bir gerçekliği tarihin nasihatiyle karşımıza çıkarmaktadır.

Hz. Ömer’in Kudüs Beyannamesi, o dönemde fethedilen topraklarda gayrimüslim halkla yapılan zimmet (eman) anlaşmalarının bir örneği olarak anılır. Bu beyannameler, İslam devletinin gayrimüslim tebaaya (özellikle Ehl-i Kitap, yani Hristiyan ve Yahudilere) nasıl bir hukukî statü tanıdığını ortaya koyması bakımından önemlidir. İslam’ın fethettiği yerlerdeki gayrimüslim halkla barış içinde yaşamasının temel ilkelerine esas teşkil etmiştir. Şimdi gelelim Beyannamenin metnine:

Hz. Ömer'in Kudüs Beyannamesi

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

Bu, Allah’ın kulu ve müminlerin emiri Ömer’in, İlya (Kudüs) halkına verdiği emandır.

Onlara, canları, malları, kiliseleri, haçları, hasta ve sağlıklı olanları ve bütün dinî toplulukları için güvence verilmiştir.

Kiliseleri oturulmayacak, yıkılmayacak, onlardan veya çevrelerinden bir şey eksiltilmeyecek.

Haçlarına ve mallarına dokunulmayacak.

Dinleri konusunda zorlanmayacaklar, içlerinden hiç kimseye zarar verilmeyecek.

İlya’da Yahudiler yerleşmeyecek.

İlya halkı da diğer şehir halkı gibi cizye vergisini ödeyecek.

Şehirde bulunan Rum askerleri ve haydutlar çıkarılacak.

İçlerinden çıkanlar, can ve malları güvence altında olarak güvenli bölgelere ulaşana kadar korunacak.

Kalanlar da emniyet içinde olacaklar; İlya halkı gibi cizye ödeyecekler.

Rumlarla birlikte gitmek isteyenler, kiliselerini ve haçlarını terk ederek çıkabilirler. Onlara da güvence verilmiştir.

Bu anlaşma, Allah’ın, Peygamberi’nin, halifelerin ve müminlerin teminatı altındadır;

Cizye ödedikleri sürece geçerli olacaktır.

Din nasihattir. Kur’an-ı Kerim’de baştan sona Yahudiler hakkında nasihat edilen, ibretlik onlarca hadise anlatılmıştır. Tarih de nasihattir. Dünya tarihi Yahudiler ile ilgili dikkat edilmesi gerek, sayısız vakayla doludur. Bu beyannamedeki ibret verici Yahudi maddesi de bunlardan yalnızca bir tanesidir. Düşünün, Müslümanlar ile Hıristiyanlar savaşıyor. Hıristiyanlar teslim oluyor, teslim olurken dahi kendileri veya karşı taraf hakkında değil üçüncü bir taraf hakkında bir şart koşuyor: “Kudüs’e Yahudiler yerleştirilmeyecek.” İşte başta Müslümanlar olmak üzere bütün dünya halkları bu dini ve tarihi nasihatlere kulak kapatıp, görmezden geldiği için Gazze halkı bu soykırıma maruz kalıyor. Filistin, Lübnan, Suriye, İran, Irak, Katar ülkeleri bu hiçbir insani ve ahlaki değeri olmayan terörist halkla, devletle yüzleşmektedir.

İşte bu tarihi sorumluluk, dini nasihat ve reel gerçeklik üzerine Kudüs, tek devletli Filistin’in başkenti ve idaresi altında olmalıdır. Kudüs’te bir tane dahi Yahudi barındırılmamalıdır. Bu hem Hıristiyanların, Müslümanların hem de dünya insanlığının hayati bir sorumluluğudur. Bu sorumluluğu; Hıristiyanlara inançları ve tarihi yüklemektedir. Bütün insanlığa ise Gazze’de yaşanan soykırım yüklemektedir. Müslümanlara ise dini, tarihi ve Gazze’de yaşanan soykırım yüklemektedir.