Aydınlanmanın karanlığında Gazze Soykırımı Modern Barbarlığın bütün maskelerini bir bir düşürüyor.

İnsanlık, Gazze’de yaşanan soykırımın ardından medeniyet ve barbarlık kavramlarını yeniden düşünmek, hatta bu kavramların tanımını baştan kurmak zorundadır. Zira yaşanan trajedi, sözde medeniyetin hangi temeller üzerine inşa edildiğini, “ilerleme” adı verilen anlatının hangi karanlık yüzleri barındırdığını bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur.

Yüzyıllardır Aydınlanma, akılcılık, materyalizm, modernizm gibi adlarla dayatılan medeniyet projesi, aslında insanı ve toplumları görünmez zincirlerle kuşatarak köleleştirmiştir. İnsanlık, tarihte hiç olmadığı kadar bağımlı, itaatkâr ve sistemin bir dişlisi hâline getirilmiş; buna rağmen kendisini özgür, rasyonel ve ilerlemiş sanacak kadar bir sanrıya tutulmuştur.

Bu kadar kapsamlı bir tutsaklık, ancak bilim, felsefe, sermaye, güç ve otoritenin eşgüdümüyle mümkün olabilirdi ve öyle de oldu. Küresel ölçekte kaos, savaş, ekonomik krizler, korku ve belirsizlik; yerel ölçekte ise kutuplaşma, ayrışma, iç çatışmalar bu sistemin sürdürücü dinamikleri hâline getirildi. Spor, sanat ve eğlence endüstrileriyle kitleler oyalandı; ahlak, inanç ve kültürel değerler sistematik biçimde silikleşti. Moda, akademi, hukuk ve sözde hümanist ideallerle küresel bir kabulleniş otoritesi inşa edildi.

Böylece insan, eşyanın üzerine değil altına kondu; sistemlere razı edilen, otoritelere gönüllü şekilde kölelik eden, haz odaklı yaşayan, düşünmeyen, sorgulamayan bir insan tipi üretildi. Gelinen noktada insan, kendi varoluş gayesini unutmuş; kendi hayatının değeri, öznesi değil, sistemin ham maddesi ve pazara sürülen bir “ürünü” hâline gelmiştir.

İnsan kendini unuttuğunda aklı, ruhu, bedeni ve zamanı da başkalarına ait olur. Böylece insan, sadece eşyayı tüketen bir varlık değil, aynı zamanda eşyaya ve onu yöneten güçlere hizmet eden bir istatistik unsuruna dönüşür. Bu yeni insan tipinin ölçüsü, kötülüğe iyilik eden, zalime mazlum olan, gayrimeşruyu meşru sayan bir rıza üretimidir.

Bu dönüşüm, yalnızca kaba kuvvetle değil, düşünce ve bilgi üretimi üzerinden gerçekleşti. İnsanlık, kimi zaman Aydınlanma Çağı, kimi zaman Modernizm gibi kulağa hoş gelen adlarla aslında organize bir kötülüğe rıza göstermeye ikna edildi. Akıl ve bilim retoriğiyle, kültür ve sanat aracılığıyla, hukuk ve insan hakları söylemiyle üç yüzyıldır sürdürülen bu süreç, görünürde bir “medeniyet inşası”, gerçekte ise küresel ölçekte bir “bastırılmış barbarlık” üretimiydi.

Sanayi Devrimi, modern teknolojinin yükselişi ve kapitalizmin küreselleşmesiyle insanlık, tarihin en büyük sömürü düzenine teslim oldu. Avrupa iç savaşları ve iki dünya savaşında milyonlarca insan vahşice katledildi. Sömürgecilik dalgası onlarca ülkeyi yerle bir etti; milyonlarca insan hayatını kaybetti, milyonlarcası da kuşaklar boyu mülteci olarak yaşamaya mahkûm edildi. Bu süreçte ahlaki temelleri zayıflatılmış, insan fıtratı yadsınmış ve insanlık kendi özünden koparılmıştır. Bu barbarlığa medeniyet adı konmuştur.

Bu medeniyet görünümlü barbarlığın düşün dünyasının satır aralarında önemli referansları vardır.

Ahlakı "zayıfların icadı" olarak gören, Friedrich Nietzsche (1844–1900) okumayanı eksik göstererek, insanları Nietzscheleştirerek her türlü ahlaktan yoksun bıraktılar.

İktidarı elde tutmak için ahlaki kaygılardan bağımsız, gerekirse hile ve şiddete başvurmayı savunan Niccolò Machiavelli (1469–1527)'yi bilmeden devlet adamı olunamayacağını öğütleyenler; “amaç için her yol mübahtır” anlayışıyla her türlü zulme ve adaletsizliğe kapı aralamışlardır.

İnsan fıtratını aşırı karamsar gören ve bireyi sadece korku ve çıkar ile yönlendiren Thomas Hobbes (1588–1679)'i bilmeyenleri eksik kabul eden anlayış; insan doğasını bencil, şiddet eğilimli görmüş, toplum düzeni için mutlak bir otoriteye ihtiyaç olduğunu savunarak birikti medeniyet dedikleri barbarlık.

İnsanı sadece biyolojik dürtülerle tanımlamayan, ahlaki irade ve ruh boyutunu ihmal ederek insan davranışlarını yalnızca cinsel dürtülerle açıklayıp dini, bastırılmış bilinçaltı arzuların ürünü olarak değerlendiren Sigmund Freud (1856–1939)'a pedagojiyi teslim eden anlayışla birikti medeniyet dedikleri barbarlık.

“Ahlaki egoizm”i savunarak, başkasının iyiliği için fedakârlığı reddeden, bencilliği erdem sayan Ayn Rand (1905–1982)'ın kaleminde yükselmiştir medeniyet dedikleri barbarlık.

Pozitivizmin kurucusu olarak dini ve metafiziği reddederek, “insanlık dini” kavramını ortaya atan Auguste Comte (1798–1857)'un insanı tanrılaştırıp sonra eşyaya kul eden görüşleri ile yükselmiştir medeniyet dedikleri barbarlık.

Ateist varoluşçuluğu savunarak “Tanrı yoktur, insan kendi değerlerini yaratmalıdır” diyerek mutlak doğruyu reddedip ahlaki göreceliliğe yol açan Jean-Paul Sartre (1905–1980)'nin ahlaki teferruatının referansıyla yükselmiştir medeniyet dedikleri barbarlık.

Bireysel menfaati çok fazla ön plana çıkaran, Kapitalizm ile gelir adaletsizliğini ve sömürgeci ekonomik düzeni meşrulaştıran Adam Smith (1723–1790)'i anlamayanları eksik sayarak insanlığı, gölgesini satamadığı ağacı keser hale getirdiler. Menfaatperestliği din olarak pazarladılar.

Tarihi sınıf mücadelesi üzerinden yorumlayıp, dini “halkın afyonu” olarak gören Karl Marx (1818–1883)'ı bilmeyenleri eksik sayarak inançsızlığı bir meziyet haline getirdiler.

Dünya ekonomisini Adam Smith ve Karl Marx arasında taksim ettiler, dünya zenginliğinin yarısını dünya nüfusunun yüzde 1'ne peşkeş çektiler. Günün sonunda üç beş Yahudi, üç beş dinsize dünyayı teslim ettiler. Böylece insanlık, kendi öz değerlerinden uzaklaştırıldı; dünya ekonomisi ve siyaseti küçük bir azınlığın çıkarına hizmet eder hâle getirildi.

Gazze'de yaşanan soykırım bu tedrisatın müfredatını din edinmiş disiplinlerin; adına bilim dedikleri öğretilerin mümessilleriyle inşa edilen medeniyet tasavvurunun bir sonucudur.

Dünyanın gözü önünde gerçekleştirilen bu barbarlığın destekçileri, modern “medeniyet” anlatısının gerçek temsilcileridir. Gazze, insanlığın aynasıdır: Medeniyet diye sunulan şeyin özünde nasıl bir barbarlık taşıdığını bütün çıplaklığıyla göstermektedir.

Yeni Dünya düzeni, Gazze'nin enkazı üzerinden inşa edilecektir. Bu inşa Gazzelilerin öncülüğünde ve onların yanında duranların elleriyle yükselecektir. İnsanlık Gazze'ye bir medeniyet borçludur. Gazze'nin medeniyeti; kabul eden, layık olan herkese açıktır. İstismar etmeyen, sömürmeyen, çalmayan, asimile etmeyen, öldürmeyen, düşürmeyen her hak, vicdan ve ahlak sahibi bu medeniyetin üyesi olabilir.